13 Ekim 2010 Çarşamba

Biz Mi Çok Zekiyiz?


Açıkçası Türkiye'de olan biteni görünce futbolu konuştuğum arkadaşlarımla bizler mi çok zekiyiz sorusu aklıma geliyor. Rijkaard'ın ve yönetimin yaptıkları sonucu Galatasaray'ın hali, Aykut Kocaman ve onu buraya getirenlerin yaptıkları sayesinde fenerbahçenin hali, Guus Hiddink ve yardımcıları ile milli takımın hali.

Görüyoruz ki Galatasaray ve fenerbahçe Avrupa'da yok. Türkiye milli takımı müthiş geçen son dünya kupasına gidemedi ve biz evde, yeri geldi işyerinde maçları izledik. Dün akşamsa olanlar, yok artık şaka mı yapıyorsunuz dedirtti.

Öncelikle Almanya maçını hep beraber izledik. 5 tane ismi çok kolay sayabiliyordum. Bu adamlar niye oynuyor diye oturup uzun uzun düşünüyordum. Halil Altıntop, bu adam niye oynar bu adamın ligdeki başarısı nedir, takımında ne haldedir. Özer Hurmacı, Avrupa'da bile oynayamayan takımında doğru düzgün şans bulamayan adam ilk 11'de hemde iki maçta da şaka gibi. Kendi takımı hariç tüm takım taraftarlarının güzel sıfatlarla anacağı Volkan, her maç hata yapacağı kesin olan bu adam yerine diğer kalecilere yazık oluyor. Nihatı, Tuncayı ve Gökhan Gönül'ü(sakatlığından sonra eskisi ile hiç alakası olmamaması sebebiyle) anlatmak ve sormak istemiyorum bile.

Dünkü maçta da kurtarıcı olarak sahaya giren Halil, ölmüş olduğunu herkesin bildiği Nihat, İngiltere'nin dandik bir takımında bile 11'e giremeyen Tuncay, sahada boş boş gezen Özer ve türevleri. Fransa'da döktüren Mevlüt yedek. Sakatlıktan yeni çıkmış, kendinde olmayan Semih sahada.

Yok yok biz çok zekiyiz, yoksa bu kalan adamlara kafaları hiç çalışmıyor demeye elim, dilim varmıyor.

7 Ekim 2010 Perşembe

Konu Çok, Futbol Konuşan Yok


Yarın Türkiye futbolu için yine önemli bir gün olacak. Türklerin en yoğun bulunduğu ülkelerden biri Almanya olduğu, tarihte ortak noktalarımız bulunduğu gibi bir çok sebepten ötürü Almanya ile olabilecek bir futbol maçının da bakış açısı farklı oluyor. Tabi durum böyle olunca futboldan konuşan kişi sayısı az oluyor.

Günlerdir manşetleri takip ediyorum. Milli takımla ilgili konuşulan konular 2 tane. Mesut Özil gol atarsa ne olur, Arda Turan'ı kim sakatladı?

Türkiye Almanya'ya karşı nasıl gol bulabilir? Almanya'nın genç kalecisi ve ağır defansına karşı nasıl bir hücum stratejisi izleriz? Yan toplarda yine dağılacak mıyız? Hücumda yavaş ama bitirici forvetleri olan, orta sahası iyi iş yapan, hücumu destekleyen Almanya'ya karşı kaos hücumla ne kadar başarılı olsa da dandik savunması ile kolay gol yiyen milli takım ne yapacak?

Türkiye nasıl gol bulur, nasıl gol yemez? Milli takım kampında neler oluyor? Takımı niye Oğuz seçiyor? Sinan Bolat'ın isyanını duyan var mı?

Sorular bitmez. Bizim basın da artık kimden ne yazması isteniyorsa onu yazsın. Milli takım ile ilgili bir kaç konu belirledikten sonra olanı biteni hiç öğrenememek. Daha sonra da yapma Volkan, ah Servet, oldu mu İsmail lafları ile maç izlemek istemiyoruz ama izleyecek gibi duruyoruz.

4 Ekim 2010 Pazartesi

7. Haftanın Ardından



Ligin 7. haftası da sona erdi. Pek fazla beklenmeyen skor oldu diyemem, beklentiler dahilinde bir hafta izledik. Sadece gol konusunda klasik sıkıntı devam etmekte. Türkiye'de forvetler o kadar beceriksiz ki Niang çok kolay gol kralı olabilir. Çünkü bitiriciliği iyi olan herhangi bir forvet, iyi sayıda gol atabilir bu ligde. Zira savunmalar yerde sürünüyor.

Savunmalar için en güzel örnek, 6.5 maçta 1 gol yiyen Bursaspor'a Valencia'nın attığı 4 golden anlaşılabilir. Galatasaray kötü futbol istikrarını sürdürdü. Bireysel yetenekli oyuncularında az olması sebebiyle Karabük farkı kaçırdı. Yine fenerbahçe bireysel yeteneklerle sahasında 3 gol bularak rahat galibiyet aldı.

Haftanın en önemli maçı ise Beşiktaş ile Trabzonspor arasında oynandı. Atak futbolu benimseyen iki takımın maçında, Beşiktaş haftaiçi yorgun ve hücumunun %50 si sayılabilecek Querasma'sı olmadan kaleye şut atamadı. Trabzonspor ise bulduğu çok sayıda pozisyonu cömert bir şekilde harcadı. Futbol adildi ve Trabzon kazandı.

Son olarak Bülent Uygun istifa etmiş Bucaspor'dan. Sezon başı 20 kişi transfer edip bu kadar erken istifa eden adam, karakteri hakkında bize tekrar bilgilendirmesini yapmıştır. Sonuç olarak kötü zeminler, kötü futbol, hırs fakiri futbolcular ve endüstriyel futbol devam etti. Güzel günler görebilmek dileğiyle...

1 Ekim 2010 Cuma

Serveeeet , Serveeet, Alkış ve Ooo.


Uzun zaman sonra tekrardan sahaya dönüyorum. 2010 FIBA Dünya Baskbetbol Şampiyonası'nın ardından ancak yeni birşeyler yazabilecek hale geldim. Oradaki hikayelerimi de ara ara aktaracağım. Şimdi dönelim günümüzün neşesine, Servet Çetin Reloaded.

Sanırım aynaya baktığında ben Türkiye'nin en iyi stoperiyim diyor her seferinde. Fakat işin kötü tarafı buna da inanmış durumda. Rijkaard'ı da yer yer neredeyse hiç beğenmiyorum. Ama en azından, adam bugüne kadar bir çok kaliteli futbolcu ile oynamış ve çalışmış. Sen kalkıp da onu sorgulayamazsın, sen ona kafa tutamazsın Servet, senin haddine değil.

Türk futbolcusunun nedeni belirsiz bir şımarıklığı olur genelde. Belki yine genlerimizden kaynaklı olabilir parası olan kendini kral olarak düşünür. Büyük takıma gelip 1 milyon barajını geçen oyuncu da kendini böyle sanıyor Türkiye'de. Servet Çetin sen değil miydin fenerbahçeden berbat hataların yüzünden kovulan. Türkiye şartlarında Sivas'ta iyi bir oyuncu gibi gözüktün, çünkü kavga dövüş ve güreş için uygun bir fiziğin var ama futbolculuk konusunda düşük bir yeteneksin.

Tribünlere çağrıldığında yumruk şov yapmaktan uzak futbolcuları hiçbir zaman sevmedim. Bu oyunu seven adam, bu oyunun tribün ve şov kısmını da sevmeli, sevmiyorsa bile taraftar için o şova katılmalı. Sen kapasitesi düşük bir futbolcusun, taraftarın istediğini yapmazsın, hocana kafa tutarsın, e hala niye Galatasaray'dasın?

23 Ağustos 2010 Pazartesi

A&A Production


Daha haftaiçinden dün akşamki maç için seyircinin pek fazla ümidi yoktu. Tribünler maça takımdan daha iyi başladı fakat sahadaki oyun, tribünleri ateşlemeye yetmiyordu. Çünkü bu bilet fiyatlarına gelen kişiler biraz da karşılık bekleyen kişiler, ayrıca ultrAslan örgütlenmesinden şikayetçi olan eski taraftarlar da artık yok.

Son zamanlarda alışıldık şekilde, her an ne zaman gol yenir beklentileri içindeyken Bursaspor'un golü geldi. Uzun zamandır ilk geldiği performansından çok çok uzaklarında olan Hakan Balta, dün akşam da kanadının Volkan tarafından otobana çevirilmesine göz yumdu. İsabetli pas oranı da iyice düşen Hakan 5 metredeki takım arkadaşına pas veremez duruma gelmiş. Açtığı ortalarsa berbat ötesi durumda. Hakan Balta bu takımda oynamayı artık hak etmiyor.

İsim isim saymak yine mantıklı olmayacaktır. Nedeni belirsiz küskün Arda, bu takımda ne işi var Ayhan ve bunun gibi bir çok örnek uzar gider. Taraftar artık enayi yerine koyulduğunu yavaş yavaş anlıyor. Bir anlık yönetim istifa talebinde bulundular ama bu sezon yönetim tarafından bedava kombineleri verilen kişiler tarafından bu çaba engellendi. Fakat artık onlar da bir yerde taraftar olduğunu hatırlayıp en azından Adnan Sezgin'in istifası istendi.

Futboldan anlamadığı tescilli olan Adnan Sezgin'in yaptığı transferler ortadadır. Transfer yapmayıp eldekileri göndermese geçen seneden daha iyi bir takım olabilirdi Galatasaray. En azından istikrardan kaynaklı olarak. Kısa süre içinde bir düzelme gözükmüyor Galatasaray'da. Durumu buraya kadar getirenler bellidir. Biraz gururları olsa düzelme yönünde çabaları olurdu(istifa veya Haldun Üstünel'i geri getirmek gibi). Yoksa yakında tribünlerde daha sık duyulacak Abdul Kader Keita, Shabani Nonda sesleri.

20 Ağustos 2010 Cuma

Ayhan, Rijkaard ve Yönetim


Açıkçası dünkü faciadan dönüş için tek tek isimlere ağza gelen söylemek kolayı olur. Ama sorunun temellerine ve başlıkta bu yıl en çok şaşırdığım kişi veya kişilere değinmek daha mantıklı olacaktır. Maçın başında Galatasaray pek bir iştahlı değildi. İlk 10 dakika tribünden iyi destek geldi ama takım o kadar sıkıcı oynuyor ki, eh zaten o kadar paraya bilet alan adam, bu futbola hiç destek vermez. İlk yarı defansın çok güzel hataları ile goller geldi. Taraftar ilk ciddi protestosunu yaptı ve tüm tribünler alkışlarla takımı protesto ettiler.

İkinci yarı seyirci köstek olmak yerine destek olmak yönünde fikrini değiştirdi. Bütün maç pek koşmayıp yatsa da sonuca direk etki eden Kewell ve ilk yarı tek düzgün iş yapan ve ödül olarak 35. Dakikada çıkarılan Mehmet Batdal'ın yerine giren Baros'un organizasyonları ile goller geldi. Tabi takımı ateşleyen tek unsur seyirci değildi. Öncelikle her atağı frenleyen, sadece sola doğru kat ederek(her seferinde topu kaptırarak) çalım atmaya çalışan, 10 pasından 5 tanesi heba olan Serdar Özkan'ın oyundan çıkması ile takım silkindi ve golleri buldu.

Şimdi anlamadığım yerlere gelmek istiyorum. Dün Arda ortada oynatıldı yine ve Arda oynamadı. Geçen yıl gözden çıkarılan Ayhan bu yıl niye her maç 90 dakika oynuyor? Keita'yı gönderip yerine Serdar Özkan'ı almak nasıl bir dehadır? Hakan Balta bitmiş, bu oyuncuları takip eden bu düşüşlerini inceleyen, yerine göre ceza vermesi gereken kişiler kimdir? Serkan bu kadar hazırken(girdiği andan itibaren kanadı otobana çevirdi) bekler sakat ve formsuzken niye yedek bırakılır? Ali Turan iyi bir stoper olduğu için alındı. Daha ne kadar sağ bek oynatılarak adamın kariyerini bitirme çabalarında bulunacaklar?

Sonuç olarak Galatasaray çok kaliteli bir takım değil. Kaliteli oyuncularını da satmak için müthiş bir çabası var. Rijkaard en düşük futbol bilgisi olan kişilerin yapmayacağı hataları yapıyor veya yaptırılıyor. Haldun Üstünel'in takıma kattığı havayı yok etmek için her şey yapılıyor. Ben artık Galatasaray'ı yönetenlerin bu renklere olan bağlılıklarına inanmıyorum.

19 Ağustos 2010 Perşembe

Maç Öncesi : Galatasaray - Karpaty Lviv


Haftasonu Sivas karşısında alınan mağlubiyet ve kötü oyun sezon öncesi taraftarlarda umutsuzluk yarattı. Aslında geçen yıldan sonra doğru düzgün transfer takviyesi yapılmamış takımdan ne gibi bir patlama beklenebilirdi. Geçen yıl takımı sürükleyen adamlar Baros, Arda, Kewell ve Keita idi. Bunlardan herhangi bir tanesi oynamadığında denge kötü yönde bozuluyordu. Uzun süre Baros ve Kewell sakat kalınca berbat bir sezon geçirdik.

Bu akşama gelirsek Baros takıma dönecek gibi duruyor ama çok uzun süredir maç temposundan uzak. Vücudundaki kas yapısında bile gerileme gözüküyor. Gücünü toplaması için daha zaman var. Kewell bugün kendi pozisyonuna geçtiğinde daha başarılı olacaktır. Fakat unutmamak lazım onun da gücü 50-60 dakika sürüyor tüm maçı kaldıramıyor.

Bunların üstüne Pino'dan sonra Cana'nın da sakatlık haberi geldi. Yapılacak 5 transferden 2'si bu oyuncular ama ikisi de sakat. Diğer 3 transferi de 5 tane yabancı transferi yapacağız ama bu sezon yapacağız demedik biz diyerek yönetim yine bizi salak yerine koyabilir, dikkat edin biz zaten öyle anlamamıştık kozunuzu tutun.

Son olarak Ali Turan'dan yine zorlama bir sağ bek maçı izleyeceğiz. Serkan Kurtuluş zaten yedeğin yedeğinin yedeği olmak için tutuluyor kadroda. Karpaty Lviv'i 1 veya 2 farkla yeneriz diye düşünüyorum. Tabi klasik Slav takımları gibi değil de geri düştüğünde haldır haldır saldıran bir takımsa yine göz boyayıcı fark bulmak mümkün.

18 Ağustos 2010 Çarşamba

Büyüksün ntvspor


Son zamanlarda kaliteden iyice düşen ntv ailesinin yegane spor kanalının içerik ve güncellemekten uzak sitesinin bugün denk geldiğim olayı. Artık fotoğrafları editlemek de zor gelir olmuş. Resime tıkladığınızda daha açıklayıcı olacaktır.

Zaten tüm olaylarını para kazanmaya çevirmiş durumdalar bunlara pek takılmıyorlardır artık.

Haberin linki(düzelir mi bilemem):

http://www.ntvspor.net/haber/trabzonspor/21718/34-yil-sonra-yine-liverpool

17 Ağustos 2010 Salı

İyi Adam, Kötü Adam


Açıkçası 2003'te şampiyonluk kazandıktan sonra Serdar Bilgili'nin başkanlıktan düşürülüşü ve Yıldırım Demirören'in başkan olması ile değişik bir profil çizmeye başladı Beşiktaş. Yıllar geçtikçe aradaki tek şampiyonluk sayılmazsa, zaman geçtikçe başkan ile taraftarın arası artık berbat bir hal aldı. "Yeter Demirören!, Başkan olsana, başkan olsana, Gaziantep'e başkan olsana!" gibi yaratıcı tezahuratlar türettiler.

Mustafa Denizli ile gelen şampiyonluk ile ara biraz yumuşar gibi oldu ama geçen sezon gelen 4.'lükten sonra Denizli de görevini bıraktı. Bu sezon ne olduysa bilinmez Beşiktaş'a bir haller oldu. Tabata'ya 8 milyon € veren kulüp daha ucuza Querasma'yı, bedelsiz olarak Guti'yi takıma kattı. Hilbert transferi yapıldı ama iyi bir oyuncu olduğu bilinse de yetersiz görülür hale geldi. Geçen yıl çok iyi bir savunma sistemine sahip olan takım, üstüne hücum gücü yüksek kalite oyuncularla daha iyi hale getirildi. Bu değişimin başına da Schuster'i getirdiler. Nerden nereye durumu söz konusu hale geldi.

Geçen yıl Galatasaray'ın Haldun Üstünel'in becerileri ile kurduğu takım sakatlıklarla yıkılmıştı. Çünkü Türkiye liginde hakemler yıldız oyuncu kollamaz, büyük takımın kaliteli oyuncularına Anadolu takımlarının yiğit kasapları sezonu bitirtmez. Bu yıl için ligde kaliteli futbol oynama şansı olan tek takım Beşiktaş. Futbolu seven kişiler için büyük bir fırsat, fakat şartlar neyi gösterir bilinmez. Son merak ettiğim şimdi Yıldırım Demirören iyi adam mı, yoksa kötü adam mı?

16 Ağustos 2010 Pazartesi

Bu Sefer Bozuk Olan Neydi?


Evet son yıllarda Sivas'ta genelde zemin bozukken maç yapılırdı. Galatasaray'ın teknik kapasitesi yüksek oyuncuları bu ağır zeminlerde oynayamadığından, takım galip gelemezdi. Bu yıl yönetimin morali bozuktur eminim çünkü maç yaz mevsimine denk gelmişti. Galatasaray'ın son 2 yıldır gösterdiği berbat performansı nasıl örteceklerdi. Belki de yarattıkları takım ve bu hale getirdikleri futbol onları şaşırtır ve galibiyeti getirirdi.

Ama olmadı. İlk dakikalarda Arda'nın çok güzel çizgi ortasına arka direklerin Capone'den sonra gelen adamı Mustafa Sarp golü attı. Galatasaray maça hızlı başlamıştı, golü çabuk buldu. Ortalık şen şakrak gibi göründü fakat uzun sürmedi. Galatasray'da takım olgusu yok. Akıcı futbol yok. Mücadeleci orta saha yaratmak isteniyor ama daha hazır olmayan Cana, geçen yıl yedekken bu yıl kralsın be oğlum denen Ayhan ve bunun yanında yetenekleri kısıtlı Mustafa Sarp orta saha 3'lüsünü oluşturdu. Yine Rijkaard forveti varken forvet oynayamayan, rakip defans tarafından dövülen Kewell'ı dayak yemeye çıkardı sahaya.

Sağ bek oynamayı bilmeyen ve beceremediği için morali bozulan Ali Turan'ın hatası ile ilk gol geldi. Servet'in arkasındaki adamı unutup baskı yapmaya gittiği Ceyhun'un ara pasından sonra düzgün bir vuruşla 2. golü geldi Sivas'ın.

Açıkça görülüyor ki rahat bir sezon olmayacak gibi. Kötü başlayan sonra toparlanır gibi avuntuların içindeyiz. Galatasaray şampiyon olduğu sezonlara kötü mü başlamıştı? Galatasaray'da değişim şarttır. Değişmesi gerekenler bilinmektedir, değişmezse rezalet kaçınılmazdır.

13 Ağustos 2010 Cuma

Enayi Miyiz? - Evet!


Haftasonu ligimiz açılışını yapıyor. Cumartesi ilk maç Sivasspor ile olacak. Sezon ise OFK Belgrad maçı ile açıldı. Takımın durumunun yetersiz olduğu gayet açığa çıktı. Peki eksikler belli, yapılması gerekenler belli, taraftar yine istenilen desteği gösteriyor fakat sonuç nedir? Taraftarın yönetim tarafından kandırılmasıdır.

Öncelikle Galatasaray taraftarı ultrAslan organizasyonunda Alpaslan Dikmen'in vefatı ile eski kültürel ve öncü özelliğini kaybetmiş, git gide daha kötüye giden bir tribün, tezahuratları dibe vurmuş ve ateşleyicilikten uzak bir hale geldi. Takımda kötü maçlar çıkarsa bile genç yaşta kaptan yapılmış, gücünü taraftarın sevgisinden alan bir adamı yönetimin etkisiyle yuhalayan bir topluluk ortaya çıkmıştır. Galatasaray'da kaptanlık yapan kimse yuhalanamaz. Bunu yapan Galatasaraylı değildir, yaptıranlarsa, zaten bizi enayi yerine koyduranlardır.

5 yabancı transferi yapacağız denildi. Taraftar bu şekilde oyalandı, idare edildi ve planlanan olay şuydu muhtemelen "Lig başlasın, konuları değiştirir, sözümüzü unuttururuz". 2 tane yabancı transferi yapıldı. Bunlardan biri çıt kırıldım bir oyuncu ve sakatlandı. Daha 2 maç oynamadan, 1.5 ay yok. Cana hala tam hazır değil ciddi maçlarda izlemek gerekiyor. Şimdi de 1-2 transfer daha yapılacak deniyor.

Nerede 5 transfer? Nerede dünya çapında yıldızlar? Nerede sportif başarı? Turuncuyu kıvırdın giydirdin, mora hikaye uydurdun giydirdin, şimdi üstüne bir de pembeleri giydirdin. Zaten yıllardır problemli sağlık ekibini değiştirdin diye Messi'yi almış kadar medyaya gaz verdin. Evet sayın Galatasaray Yönetimi tüm dünyaya kanıtladınız.

Galatasaraylılar hakkını aramayan, kulübünü yönetenler tarafından enayi yerine koyulan insanlar mıdır?

-EVET!

12 Ağustos 2010 Perşembe

Bu Milli Takım İş Yapar Mı?


Guus Hiddink'in başa geçmesi ile artık vizyonu daha geniş bir vizyonu olan takım haline geldik diye düşünüyorum. Onunla beraber 3 maçlık bir turnuva ve dünkü Romanya maçları oynandı. Fatih Terim'in egoları yüzünden gidemediğimiz Dünya Kupası'ndan sonra Avrupa Şampiyonası elemelerinde ülkece sürpriz yaşamak istemeyiz.

Takımın başındaki adam değişti ama takımda hala değişmeyen bazı şeyler gözüme çarptı. Fatih Terim dönemlerinde takımında yedek olamayan Emre'nin sürekli ilk 11'de çıkması anormal bir durumdu. Bunun gibi olaylara rastlamayız diyorduk ama dün için yine Kazım takıma çağırılmıştı. Yine fenerbahçeden gittiğinden beri İngiltere'de dikiş tutturamayan Tuncay eksiksiz bu takıma çağırılıyor ve illa ki oyuna giriyor.

Özellikle anlamadığım unsurlardan biri forvet olmayan Tuncay'ı niye forvet oynatmaya çalışıyorlar? Kazım gibi disiplinsiz ve laubali bir oyuncu niye bu milli takımda oynuyor? Sanırım Türk oyuncularda forvetler bitti. Takımın tamamını Guus Hiddink mi oluşturuyor, yoksa ona karışanlar var mı? Dün akşamki maça da bakınca yine takım oyunu göremedik. Hakemin yalandan penaltısı olmasa o maç 0-0 dan başka skorla biter miydi?

Sonuç olarak akşamki takım, yeni ve genç antrenörü olan Romanya'ya karşı bile pek bir üstünlük kuramadı. 2-0'lık galibiyet bence yanıltıcıdır. Takımda hala Guus Hiddink havası gözükmemekte. Beklemeye devam etmekten başka yapılacak birşey yok.

6 Ağustos 2010 Cuma

Sürpriz Olmadı


Açıkçası Galatasaray'ın OFK ile stres yaşaması bile kötü bir olaydı. Hiç dengi olmayan bir takımı kendi sahasında yenememiş ve tur şansından emin olamamıştı. Rijkaard bu sefer ne iş yaptığı belirsiz Barış yerine yeni transfer Cana'ya şans verdi. Karşılığını da aldı. Açıkçası orta sahada iyi basan ve ileriye dönük pas yapabilen bir oyuncu gerekliydi. Fakat buna rağmen ilk yarıyı rahat kapatamadı Galatasaray. İkinci yarı rakip 10 kişi kalmasa yine rahat bir maç olmayacağı muhtemeldi.

Rijkaard'ın tercihlerine yine mantık erdiremedim. Serdar Özkan'a olan ısrarı nedendir bilinmez. Aydın'a yaptığını ona da yapacaksa riske girmeden yapsa iyi olur. Çünkü bu adam şu anki görünümü ile bu takımda oynamayı hak etmiyor. Kewell'ı niye forvet yaptı onu da anlamadım. Elinde tek forvet var ama onu oynatmak yerine takımın her yerinde oynayan Kewell'ı forvet deniyor. Rakip güçlü bir rakip değil Mustafa Sarp, Ayhan ve Cana'yı aynı anda niye oynatıyorsun Rijkaard neyden korkuyorsun ben anlamıyorum, anlayanlar bir el atın.

Son olarak Aykut'a parantez açmak istiyorum. Ben yıllardır Aykut'u beğenirim, iyi kalecidir diye de ısrar ederim. Fakat her sezon başı Aykut'a çok az şans verilir. Sonra 100 tane kaleci transferi dedikodusu medyada çıkar. Mondragondan beri yalandan kaleciler alınır önüne geçirilir Aykut'un. Sonra da kritik birkaç maça kaleye konur hata yaptı diye bu kaleci ile olur mu, Aykut kaleyi hak etmiyor ve benzeri zırvalar döner durur. Kalecinin maç tecrübesine ihtiyacı vardır. İyi kaleci çok fazla maçta oynayarak kendini gösterir. Serpiştirme maçlarla kaleciden kalite beklenemez. Umarım Rijkaard, en azından bu konuda ısrarcı olur ve Aykut'u Türk kaleciliğine kazandırmayı başarır.

5 Ağustos 2010 Perşembe

Beklenmeyen Birşey Olmadı


Geçen hafta futbolun adil olmadığını ve 7-8 gol atma fırsatı bulan takımın çok zor 2 gol atabildiğinin bahsi geçmişti. Hak ettikleri bir fark vardı ama becerememişlerdi. Top yuvarlaktı ve futbol adil değildi, avantajlarını kaybederek Türkiye'ye geleceklerdi.

Açıkçası herkes fenerbahçe karşıtı olduğum görüşünde olabilir ama ben özellikle futbol katliamının karşısındayım. Zico'yu gönderdiğinden beri fenerbahçe futbol oynamıyor. Kötü bir takım, güçlü bir başkanları var. Başkanın gücü onu Türkiye'de başarıya sürükleyebiliyor ama Avrupa'da işler değişiyor. Dikkat edin bu formayı üstüne geçiren oyuncu direkt karakter olarak değişiyor. Nedendir bilinmez futbolcuyuz, profesyoneliz diyorlar ama hiç inandırıcı gelmiyor. Yapılan her faulden sonra hakeme birşeyler söyleme ihtiyacı, yaptıkları her faulden sonra bile hakeme birşeyler söyleme ihtiyacı nereden geliyor bilinmez. Tüm maçlarda rakibe kontrolsüz girerler, tüm maç hakemlere isyan ederler, rakip takımların genelde hep antipatisini kazanır bu takım.

Son yaptıkları 3 maçta 3 kırmızı kart görmeleri tesadüf değildir. Aykut hocaya yazık olacaktır ve maşa olarak kullanılmaktadır. Oyuncuların çoğunun ona saygısı yok ve olmayacak. Bu kadar para kazanırken ve bu formanın psikolojisine girmişken bu oyuncularla baş etmek artık normal şartlar altında mümkün değildir.

Türkiye liginde yine birşeyler başarabilir bu takım. Galatasaray'ı yine yenebilir. Ama bunun haricinden kötü futbol ve kalitesiz, sevilmeyen bir camia olarak bu sezonu da götürecekleri şimdiden belli.

3 Ağustos 2010 Salı

Galatasaray'a Önce Tasarımcı Lazım


Açıkçası yıllardır üstünde konuştuğum, sürekli şikayet ettiğim bir konudur. Galatasaray tasarım konusunda yıllardır berbat bir haldedir bu yıl da pek gelişim gösterememiştir. Malum çıkartılan formaların halinden bu yorumu yapmak iyice kolaylaştı.

Son 3 yıldır Galatasaray başta forma tasarımı olmak üzere, renk seçimleri ve alternatif ürün oluşturmakta felaket kötü bir takım. Taraftar herşeye rağmen ürünleri satın alıyor, takıma katkım olsun diyor ama yine de sevdiği bir kıyafet olarak giyemiyor aldıklarını. Ancak maçtan maça. Çünkü ürünlerin büyük bölümünde zevksizlik, bilgisizlik ve beceriksizlik ben burdayım diyor.

Son olarak yeni sezon kombine kartları ile tavan yaptı bu olay. Eski Açık Tribünü(Yeni ismi ile kale arkası kapalı) kombinelerine doğru düzgün bakan oldu mu? Öncelikle ön yüzündeki yazıların kaymış olması ve simetriklikten uzak duruşu. Daha sonra ve en bariz bir hata arka taraftaki sarı kırmızı. Galatasaray'ın resmi renklerini kombine kartta göremiyorsunuz maalesef. Onun yerine baskı makinesinin kalitesizliği yüzünden, kırmızıdan daha ziyade kahverengiye yakın bir kırmızı ve yine Galatasaray'a ait olmayan, sarıya benzer bir renk söz konusu. Bu kabul edilemez bir rezalettir.

Bu kadar büyük bir camia, bu kadar büyük bir kulüp bu kadar ufak tefek acizlikleri niye yaşıyor? Acaba tanıdık usulü adamlar mı çalışıyor bu kulüpte? Orta seviye bir tasarımcı bile bunlardan çok iyisini yapabilir. Galatasaray Store'a gittiğinizde göze hoş gelen ancak bir kaç tasarımla karşılaşabilirsiniz. Fakat onlarda 90 liradan aşağıya olmadığı için almazsınız.

Bu kulüp kalkınacaksa, bu kulüp dünya standartlarına gelecekse, bu kulüp; "biz ürün satışında şöyleyiz böyleyiz" deme hakkını kendinde görecekse, bunu taraftarı ile değil ona sundukları ile yapmalıdır. Yeter artık bu taraftarla bu kadar dalga geçtiğiniz...

30 Temmuz 2010 Cuma

Geçen Yıldan Fark Ne?


Galatasaray sezon öncesi hazırlıklarında iyi bir takım olmadığını göstermişti. Bunu 13-15 tane gol attığı takımlara 3-5 tane atmasına sevinmeleri, Rijkaard'ın iyi bir performans gösterdiklerini söylemesi ve medyanın yönetim desteği ile şişirmelerini görmüştük. 2 ay sürdü tabi doğal olarak bu yalanlar, gerçek maçlar başlayınca kel görünecekti.

Dün akşam 2-0 öne geçen takımının skoru koruması için oyuncu değişikliği yapan Rijkaard'ı mı suçlasak, taraftarın sevdiği futbolcuları ve yöneticileri kendi saltanatları için yok eden yönetimi mi, profesyonel olduğunu iddia etseler de artık profesyonel şekilde iyi futbol oynayamadığını kabul etmeyerek bu takıma zarar verenleri mi suçlayalım?

Yönetim bu yıl doğru düzgün yani takımın elindekilerden daha iyi derecede 1 tane oyuncu almadı. Sayın başkanımız "aldığımız yerli oyuncularımıza kimse bakmıyor onlar gelecek vaat ediyor ve 5 tane yabancı alacağız" daha diyerek yine destek istemişti. Daha sonra sinemasal şeylerle, saçma sapan formaları çok sattırarak hakaret gibi teşekkür yazısı yayınladılar. Akşam sahada hiç benim takımım varmış gibi hissedemedim. O mercan dedikleri forma fikrini bulan adama, bütün gün pembe giydirip gezdirilmelidir.

Bunun yanında Serdar Özkan'ı alıp Keita'yı gönderen zihniyete, Servet'i satalım diye ilk 11'de oynatan zihniyete, Arda da olmasa ne kadar rezillik yaratabilinirdi bize gösteren zihniyete, takımın ileride kalmasını sağlayan tek oyuncuyu çıkartıp Kewell'ı zoraki forvet oynatan zihniyete, Ayhan'dan medet uman zihniyete çok teşekkürler.

Bir de son söz, Sabri gerçekten Galatasaray'da ki en iyi futbollarından birini oynadı, onun önüne Serdar Özkan'ı koyarak ona hakaret edenlere yazıklar olsun...

29 Temmuz 2010 Perşembe

Futbol Adil Olsaydı


Dün akşam yine top yuvarlak, futbol adil değil, o olsaydı bu olsaydılık bir maç izlenildi. fenerbahçe tarihi farktan müthiş şekilde paçasını yırttı. Evet hepimiz biliyoruz fenerbahçe Türkiye'nin belki de en şanslı takımıdır. Fakat dün akşam herhalde bu olay son noktasına ulaşmıştı.

Maçın ilk dakikalarında başladı Young Boys atakları. Fakat fenerbahçe ani bir atakla golü buldu. Sonra değişen birşey yoktu Young Boys yine rakip sahada tek kale futbol oynadı. Çok fazla pozisyona girdiler, ama o kadar cömert harcadılar ki pozisyonları daha ilk yarı 5 gol atabilirlerdi. Daha sonra bir orta kafa gol ile durumu 1-1 e getirdiler. Yine fenerbahçe bir kontra atakla 2 pasta golü buldu. hani bir rüya gibiydi sürekli gol pozisyonlarından kurtuluyorlar, fakat tek atakta gole gidiyorlardı. Tabi Kazım yine yapacağını yaptı ve lüzumsuz bir kırmızı kart gördü, Avrupalı hakem bu takımın futbolcusunun şımarıklığını kaldırmaz.

İkinci yarı yine pek birşey değişmedi. Young Boys çok sayıda golü kaçırdı. Sürekli ataktaydılar, sürekli de pozisyona girdiler, hani son dakika Selçuk lüzumsuz penaltı yaptırmasa Galatasaray Young Boys olacaklardı. Fakat mucize gerçekleşmedi, yarı mucize ile yırttı fenerbahçe. Maç 8-2 bitse kimse şaşırmazdı.

Gelelim bu akşama. Haldun Üstünel son istifası ile kulüpten tamamen koptu. Galatasaray'da taraftarın ama hani yönetimden destek almayan gerçek taraftarın tepkisinin ne olacağı belirsiz. Adnan Polat iyice kötüye gidiyor, sportif başarı yok, laf çok icraat yok durumunda, artık gerekli düzelmeyi göstermesi lazım, yoksa kendi sonunu kendi hazırlar.

27 Temmuz 2010 Salı

Yeter Bu Forma Saçmalığı


Galatasaray bu akşam yeni formalarının tanıtımını yapacak. Malum somon formalar lansmandan önce düştü piyasaya, çekimlerini gizli yapmaya çalışsalar da Türk basını yine bir yasağı delerek bu olayın fotoğrafını çekti ve internete sızdırdı. Yeni formalara ilgi olacak mı, muhtemelen olacak çünkü Galatasaray taraftarını iyice sosyetik yapma yolunda atılan adımlar güçlü şekilde destekleniyor. Çünkü para, destekleyenler de olduğu için reklamını yapmak kolay oluyor.

Şimdi gelelim şu somon saçmalığına. Futbolcuların üstünde güzel gözükmüş, yok o kadar da kötü değil diyorlar formalar için. Bırakın allah aşkına yeter artık şu renklerden uzaklaştığınız. Önce turuncu ile başlattılar, sarı ile kırmızının karışımı dendi ve taraftara yedirildi. Daha sonra mor forma çıkardılar. Hikaye Galatlara gitti yok asalet dendi, artık yeni şeylere açık olmalıyız dendi. Bu yıl da somon adı altında pembe forma çıkartıldı. Yeter bu taraftarla dalga geçtiğiniz, yenilik yapacaksanız elinizdeki asil renklerle yapın, diğer renkleri asil diye Galatasaray'a yakıştırmayın. Galatasaray'ın asıl renkleri sarı ve kırmızıdır, 3. rengi ise siyahtır. Farklı renklerde formalar yapılabilir belki, evet farklılıktır ama üstünde sarı kırmızıyı hiç kullanmazsanız o forma Galatasaray Forması değildir. Gidip bu formaları resmi maçlarda giymeyin, stadlara gelenlerin Galatasaray'ın renkleri ile gelmesini sağlayın.

Ben mor bir Ali Sami Yen istemedim. Ben pembe bir Ali Sami Yen istemiyorum. Tasarım özürlü olduğunuzu farklı renkleri pazarlayarak kapatmaya çalışmayın. Bu zevksizliktir, bu Galatasaray'ın renklerinin asaletine yapılan hakarettir. Üstünde sarı kırmızı renk olmayan formaya Galatasaray Forması diyenlerin Galatasaraylılıklarını sorgularım. Tribünlere bakan futbolcuların hangi renkler için mücadele ettiğini görmesini isterim.

Geçen yıl mor formalarla stadı dolduranların halini gördük. 10 dakika tezahürat yapmaktan acizler. Çok duydum bu lafları; "o kadar para verdim ne bağıracağım". Evet yönetim toplayın bu adamları tribünlerimize, değiştirin takımımızın o güzel renklerini, medyayı kullanın ve başarısızlıklarınızı örtpas edin. Galatasaray'ın geleceği parlak falan değildir.

26 Temmuz 2010 Pazartesi

Ne Olacak Bizim Hücum Gücüne


Sezonun açılmasına 3 haftadan çok az bir süre kaldı. Takımlar hazırlıklarına devam ediyor. Beşiktaş sezonu 2 hafta erken açtı ve bu hafta ile Galatasaray ve fenerbahçe de sezonu açıyor. Bu yıl değişim sinyalleri veren fenerbahçe de Aykut Kocaman getirildi ve geçen seneki sistemdeki Daum aradan çıkartıldı. Galatasaray'da ise idmanların neredeyse tamamı basına ve taraftara kapatıldı, hazırlık maçlarında eskiden aynı ligin takımlarına 15-16 tane gol atılıyorken artık 4-5 gole farklı galibiyetler denmeye başladı. Taraftar durumu merak etmiyor olsa sanırım basına bu maçları da kapatmak lazım. Lütfen Türk basınının yalakalıklarını görmezden gelip, daha önceki yılları hatırlasak daha iyi olacak.

Bugün bahsi geçen konu Türkiye'deki takımların gol atma konusundaki beceriksizlikleri ve yıllardır kanayan bu yaranın göz göre göre tedavi edilememesidir.

Galatasaray her yıl yurt dışına kampa çıkar. Birkaç hafta çalışmadan sonra hazırlık maçları furyası başlardı. Tüm maçları TV'den izler acaba bu maç kaç gol atacaklar derdik, en çok gol atanı ertesi gün konuşurduk. Fakat yıllar geçtikçe oynanan takımların kalitesi değişmedi ama atılan gollerin sayısı bariz şekilde düşüş gösterdi. Şimdi bu durumu iki etmene bağlayabiliriz. Türk takımları gol atma özürlülüklerin de sınıf atladılar veya diğer seçenek amatör lig takımlarına karşı bile skoru garantileme mantığı işliyor. İki durum da birbirinden kötü, yok Rijkaard'mış yok Schuster'miş falan bunlar yalan olaylar. Türkiye'de ki futbolun durumu kötüye gidiyor. Yunanistan'ın başlattığı az gol yerim, tek atsam üstüne yatarım mantığını bizim kasaplar direkt kabullendi. Çünkü iyi paralar verilip getirilen kaliteli yabancı hücumcular, pek sayın herşeye itiraz edip, zavallı edebiyatı yapan anadolu kulüplerinin kasap ve cellat oyuncularına karşı mücadele ediyorlar. Türk hakemlerinden çok azı sert futbol ile anti-futbolu ayırt edebiliyor. Bu yüzden futbolun kalitesi git gide düşüyor, takımlar gol atma becerilerini de daha da kaybediyor. Bir takım, tüm maçı rakibin sahasında oynayarak, gol atamadan maçı bitiriyor. Bu nasıl iştir arkadaş, minimum 70 dakika rakibin sahasına çökmüşsün, gol atamıyorsun. Bu şanssızlık değil, bu forvetlerin gününde olmaması değil, bu beceriksizliktir.

Türkiye'de ben kendimi bildim bileli her takımın bir kaleci antrenörü vardır. Eski kalecilerin teknik direktörlük yaptığı yerde bile kaleci antrenörü vardır. Tamam, orta saha oyuncusu teknik direktörlük yaparsa diğer bölgelere rehberlik edebilir. Ama forvet ve savunma oyuncusunun teknik direktörlük yaptığı takımlarda, diğer bölgelerdeki oyuncular için tamamen yetersiz bir kadro vardır. Dediğim gibi eski kaleci teknik direktörse, forvete bu adam ne öğretebilir. Adam tüm futbol hayatını top kurtararak geçirmiş. Topa vurma eğilimi degaj yapmak veya yakınına pas atmak olarak geçirmiş. Bu durumda topa oyuncunun ayağının içinin tam olarak neresiyle vuracağını, dış falsoyu hangi oyuncuların ne kadar iyi verebileceğini veya köşelere şut atmanın nasıl olacağını anlatamaz. Bu yüzden teknik direktör suçlanamaz, çünkü adam bu konuların uzmanı değildir. Gol atmak öyle her babayiğidin harcı değildir. Özellikle en fazla çalışılması gereken unsurdur, çünkü golü atacak skoru belirleyecek kişiler forvetlerdir. Bu yüzden aslında onların özel hocaya ihtiyacı vardır. Mesela basketbolu düşünelim. NBA'de pivot oyuncular için genelde özel antrenör tutulur. Çünkü her takımın üstünden oyun kuracağı, skora ilk gitme yolu pivot üstündendir. Futbolda da bunun çok bir farkı yoktur, en ilerideki adamların özel eğitime ihtiyacı vardır, hele ki futbolun bu gidişatında iyice zorunluluk oldu bu olay.

Hep şikayet edilir yıllardır. Biz çok pozisyona girdik atamadık ama Avrupalı bulunca kaçırmıyor. Acaba niye? Birileri artık şu olayın farkına varsın! Avrupalı gol çalışıyor, hepsi bitirici vuruşların nasıl yapıldığına dair eğitiliyor, bizde ise herkes büyük golcü. 10 golü geçen kral oluyor, sonra büyük takıma giderek, rezil olup yok oluyor.

22 Temmuz 2010 Perşembe

Yine Aynı Hikaye


Bir varmış bir yokmuş. Sibiryanın insan yaşamaz yerinden türeyen bir millet varmış. Yıllarca gezmiş gezmiş durmuşlar. Yıllarca savaşmışlar, öldürmüş ölmüş, yer değiştirmişler. Yolculuktan yerleşikliğe, öldürenden dövene, ölenden ezilene şeklinde değişimlere uğramışlar. En bilinen ülkesini Anadoluya ve Avrupa'da küçük bir kıta parçasına kurmuşlar. Daha sonra dünyaya ayak uydurup başlamışlar biz de yapalım biz de yapalım demeye. Bu adaptasyonlardan biri de futboldur.

Futbol Türk ülkesine girdikten sonra basit bir oyun olması ve her kesimden insana hitap edebilmesi ile belli birkaç aşamayı yaşadıktan sonra, ülkenin en ön planındaki olayı olup durmuş. Yıllar geçmiş, dünya değişmiş, futbol değişmiş ama Türklerin futbola bakış açıları pek değişmemiştir. Rekabet etmeyi, dostluğa her daim değişecek genleri taşıyan bu millet, iki tane sivri rakip çıkarmış. Bu rakiplerinin birinin ismi Galatasaray, diğerinin ismi fenerbahçe olmuş. Önceleri olay eğlence, spor olarak görülürken, yıllar geçtikçe içindeki dürtülerini kontrol edemeyen bu millet, iç savaşa gidecek duruma getirmiştir bu rekabeti. Evet Galatasaray ve fenerbahçe rekabeti günümüzde bir spor rekabetinden çok ötedir. Belli başlı değişmezleri vardır ve gerek rantçılar, gerekse polyanna'cılar bu rekabetin dostluk ve kardeşlik içinde olabileceği mesajını vermekten geride kalmamışlardır.

Bugün bu iki takım taraftarı grup olarak karşılaştığında, olayların kaçınılmaz olduğunu herkes biliyor. Bu insanlar arasında dostluklar da vardır elbette ama genel anlamda iki grupta birbirini hiç sevmiyor. Söz konusu futbol olduğunda siyaset, açlık, yoksulluk yalan oluyor. İki kişi bu rekabete ayak uydurmuşsa, her şeyi unutabiliyor. Bu iki takım arasında maç olduğunda da iki takımın futbolcuları da bir anda kendini kaybedebiliyor. Hatta rakip taraftarlar bile bu iki takımın rekabetini kıskanıyor ve bir yerde konusu geçse, tutmadıkları takımlar hakkında atıp tutuyorlar.

Bu rekabette ara sıra değişen dengeler olsa da son yıllarda artık değişmeyen durumlar söz konusu olmaya başladı. Galatasaray dünyanın en iyi takımları sıralamasında 1. liğe yükselme başarısı gösterebilse de bu başarıyı fenerbahçe üstünde hiç gösterememiştir. Yine fenerbahçe en kötü zamanlarını yaşadığı anlarda bile Galatasaray karşısında bir anda dünyanın en iyi takımı olabilmektedir.

Son yıllarda yapılan maçlarda iki takımın da üstün olduğu maçlar oldu. Fakat genelde futbol olarak Galatasaray üstünlük kursa da gol atmaya gelince Galatasaray, bu konuda beceriksizlik abidesi, fenerbahçe oyuncuları ise 50 milyon €'luk golcülere taş çıkartacak kabiliyete sahip oluyorlar. Bu niye böyledir, nasıl böyledir bilinmez. Gerçekten iyi bir tez konusu olabilir.

Hikayenin kalanı ise normaline uygun olarak gelişti. Daha önceki yazılarımda da dedim ki Galatasaray çok pozisyona girer ama fenerbahçe 1-0 kazanır. Eh yorum sizlerin. Dün akşam yine bir hazırlık maçından çok başka olaylar vardı. Her faule itirazlar, her sertlik anında kavgalar, tribünlerde olmayacak işler ve müthiş bir maç sonu stadyum çıkışı. Evet derbi şanına layıktı. Hakeme tamamen hak ettiği sarı kartı hak etmediğini söylemek için üstüne yürümese, Selçuk atılmayacaktı. fenerbahçeli oyuncuların bu şekilde kırmızı kart göreceğini hiç aklımdan geçirmezdim bunu da yaptılar. İtiraz etmekten kırmızı kartın böylesi de oldu. İkinci yarı rakip sahaya geçmeyen fenerbahçe yine yunanistanı oynadı. Galatasaray yine kale önlerinden, direklerden, beceriksizlikten golü bulamadı. Santosun düşe kalka attığı gol maçın sonucunu belirledi. Reijkard'ın dehası, rakip sahaya geçmeyen takıma karşı, pivot forvetini oyundan alarak, gol bulmak üstüneydi. Ama bunu bir program kodlamada girse makine hata verir. Maalesef yanında yalandan duran adamlar veremedi demek ki hata. Mehmet Batdal çıktı Emre Çolak girdi.

Galatasaraylılar bari burada yenelim dediler ama olmayacağı belliydi. Sezon öncesi bu iki takımın da durumunu belirlemek için bu maçı kimse kıstas almasın, saçma olur. Bu iki takım arasındaki maç asla gerçekleri yansıtmaz, çünkü olay çok farklıdır.

Sonuç olarak; Serdar Özkan olmamış, Musa Çağıran çok heyecanlı, Ali Turan rönesans coğrafi keşiflerinde gibi, Sabri kırk yılın başı isabetli ortalar açtı, yazık oldu, Arda pas yapmaktan gol atmayı unutsa da sahanın en iyisiydi, Gökhan Zan'ın bu takımda ne işi var, Serkan Kurtuluş'un suçu ne niye sol bekte, Cana madem bu halde, oynatmayın arkadaş, Sarp gerileme dönemine devam ediyor, Mehmet Batdal'ı eğitirlerse çok büyük bir yıldız transferi olmuş...

21 Temmuz 2010 Çarşamba

Fikstür Belli Oldu


Yeni sezonda kim kiminle ne yapacak durumu belli oldu. Bu yıl derbilerin haftaları önceden belirlendi ve üstüne yerleştirildi. 5,9 ve 14. haftalar olarak belirlendi. Sanırım Lig TV böyle olacak dedi ve oldu. Ayrıca 3 büyükler aynı hafta ev sahibi olamayacak, İBB ile Kasımpaşa yine aynı durumda, olay Ankara takımlarına da etki etti. Yine belli başlı şeyler değişmedi. Hani bu kadar istisna da yazı tura atılsa geçerli olmaz. Galatasaray'ın Kadıköy yolculuğu yine ilk yarıya ve yine 6 ile 11. haftalar arasına denk gelebildi. Müthiş bir istisnalar zinciri mi gidiyor bilinmez.

5. Hafta ilk derbi fenerbahçe ile beşiktaş arasında oynanacak. Bu yıl kaliteli transferler yapan, dünya çapında bilinen(ama kalitesine laf edilebilir) bir teknik direktör getirdiler. İddialılar ve fikstürleri 5. haftaya kadar çok zorlu maçlara sahip değil, rakibinin karşısına 4 galibiyetle çıkabilirler eğer kimyayı tuttururlarsa. fenerbahçe de ise durum biraz daha ilginç olacak. Çünkü seyircisi ile ilk maçına derbiyle çıkış yapacaklar. Bu onlar için tabi ki itici bir psikolojik unsur, ayrıca artık beşiktaş fobileri de yok. Yani güzel bir maç olacak.

Dünya çapında olduğu iddia edilse de Türkiye dışındaki kanalların pek sallamadığı derbimiz 9. hafta yine Kadıköy'de oynanacak. Pardon filmindeki 3'lünün her mahkemeye gittiklerinde bu sefer kesin beraat ümidi gibi Galatasaray tarafının da 10 yıldır süre gelen "bu yıl yeneceğiz artık, takım bugüne kadar hiç bu kadar iyi olmamıştı." diyerek bir ümit gidiliyor. Sonra yine filmden alıntı olsun gerisin geri geliyorlar. Değişen birşey olur mu, seri devam mı eder? Öğrenmek için 3 ay beklememiz gerekiyor.

Pek değişikliğe uğramayan diğer özelliklerden de beşiktaş, yine ilk yarı Ali Sami Yen'e geliyor ve 6 yıldır beşiktaş Sami Yen'de boyun eğip dönüyor evine. Bu cephede neler olur bu yıl bilinmez ama son iki yıldır savunması ile çok ön plana çıkan beşiktaş son iki mecidiyeköy macerasında 7 gol yedi. Bakalım kaderlerine yine razı mı olacaklar?

Bunun harici Galatasaray'ın ilk ev sahibi olduğu maç şampiyon ile olacak. Geçen yıl galip gelemediği rakibine karşılık bu yıl sezon açılışını nasıl yapacak? Ülke futbol tarihindeki en büyük olaylara şahitlik etmiş stadyum 2010 yılı ile beraber tarihe gömülecek. Herhalde tüm camia için duygusal niteliği yüksek maçlar olacak içerideki maçlar.

Son bir dipnot. Lig 15 Ağustosta başlayacak olarak gözüküyor. Sağolsun ilgili federasyonumuzun resmi sitesinde yayınladığı programa göre tüm maçlar 15 Ağustos 13.30'da oynanacak olarak gözüküyor. Hade lan oradan diyenler tıklayabilir... . Ama asıl bomba tüm takımların 15 Ağustos'ta 13.30 da maç yaptığını düşünün. Bilim adamları denize bile girmeyin uyarısı yapıyorlar o anlar için, olay şaka gibidir...

Eh sloganı da verelim artık;

"Turkcell Süper Lig, artık başlasın."

Tüm fikstüre ulaşmak için tıklayınız...

20 Temmuz 2010 Salı

2/5 Pino Galatasaray'da


Yeni sezonun açılışına az bir süre kalan 5 yabancı diye diye gezen Galatasaray 2. yabancı transferini yaptı(umarım Kewell'ı da bu transferlerden sayarak bizi ağzımızın açılma derecesini ölçmek zorunda bırakmazlar). Genç bir oyuncu Pino, internetten takip edilebildiği kadarı ile ani çalımlar atabilen ve çalım atmayı seven bir görüntü ortaya koyuyor. Uzaktan şut atma kabileyetinin yanında benim dikkatimi çeken içeriye bakarak, düzgün ortalar açabiliyor. Galatasaray ki orta ile gol atmayı alışkanlık haline getirmeye çalışan bir takımdır. Ama buna rağmen Sabri takımın en çok orta yapan oyuncusudur. Eğer Pino ilk 11'e girerse, Sabri'den rica ederek topu alıp kendi ortalarsa daha çok gol bulabilir Galatasaray. Fakat Pino topu zorla almak isterse, Sabri iki ortayla onu vurarak kariyerini de bitirebilir bu noktaya dikkat etmek gerekir.

Galatasaray son hazırlıklarını yapıyor artık 9 gün sonra Ali Sami Yen'e çıkacaklar. Bu sene somon rengi altında yapılan forma saçmalığını, yine ilginç yöntemlerle satış patlamasına çevirirlerse, o zaman işte oha başkan diyeceğim. Forma resmen pembe. Turuncu, mor ve pembe, sırada birşey kaldı mı bilemiyorum artık. Takım yeni sezona acaba hazır mı göreceğiz 9 gün sonra. Çünkü yarın ki fenerbahçe maçı da bir kıstas sayılamaz. Çünkü zira rakip fenerbahçe. Bu bir deneme maçı değildir, sezon içinde veya kupa maçları dahil fenerbahçe ile yapılan maçlar Galatasaray'ın durumunu ortaya koyan maçlar değildir.

Genk'i yenerek 2 maçtaki rezaleti bir nebze unutan fenerbahçe daha moralli çıkacak Galatasaray'ın karşısına. Ama hala değişen çok birşey yok, Lugano yokken Galatasaray çok pozisyona girecek fakat maçı 1-0 kaybetme ihtimali yüksek gibi geliyor bana.

Son olarak Pino'nun resmi sitede orta saha çizgisi ile beraber, ileride her yerde oynayabileceğini söylüyordu. Biraz abartmışlar olayı sanırım, yani bu adamın mevkisi yok mu? Yıllardır her oyuncuyu başka yerlerde oynatarak adamlardan tam verim alınamıyor, umarım bu adam bildiği yerde oynatılır. Her an stoperde görebileceğimize dair içimdeki şüphe beni çıldırtıyor çünkü.

Yarın bakalım neler olacak? Totocu kupayı kim alacak?

19 Temmuz 2010 Pazartesi

Ezeli Hazırlık


Hazırlık kampları son sürat devam ediyor. Galatasaray kolay rakiplerle idman yapmayı tercih ederken, fenerbahçe orta seviye takımlarla ne seviyede olduğunu kontrol etmekten yana kullandı tercihini. Sonuçlar ise şu havada Galatasaray idmanlarda gol yemeden 4 veya 5 gol atıyor, fenerbahçe ise iki maçtan da hüsranla ayrılıyor. Özellikle Almanya'nın alt seviye takımlarından Köln'den 5 yemeleri yeni sezon öncesi kabuslara hazırlıyor taraftarlarını.

Normal şartlarda medyaya çok hakim bir takım olan fenerbahçe, mağlubiyetlerini baş sayfa haberlerden tutabildiği kadar uzak tuttu fakat yine de gerçekleri öğrenmesi zor olmuyor insanların. Bugünü fenerbahçe günü ilan ederek, çeşitli kutlamalar gerçekleştirirdi ama bu yıl gelen bu hazırlık faciaları ile sanırım taraftarı daha da sinir etmeden, çaktırmadan, kendi platformlarında kutluyorlar. İki maçta 7 gol yedi fenerbahçe, sadece 2 gol atabildi. Taraftarı diyor ki golcü lazım, defansa adam lazım, fakat bakıyoruz gündemde hiç o yönde transfer dedikoduları da dönmüyor sonra Türk hakemliğini iyice zor bir yıl bekleyecek gibi. O pozisyona kırmızı kart verilir mi dünyanın neresine giderseniz gidin böyle kartlar yok denebilir bilicanın çeşitli yapım-yıkım çalışmaları için. Ya da ne bileyim hakem diğer takımlara olunca penaltıyı veriyor bize vermiyor? Kim bilir yıllardır hakemlerin fenerbahçeden yana çok fazla insiyatif kullandığını herkes biliyor ama yine de onlara göre hakemler en kötü oluyor, tabi ki başarısızlık durumlarında. Sonra taraftar da bu işe karışıyor kimse takıma bakmıyor. Ayıp değil mi Köln niye 5 tane atıyorsun, kesin hakemi satın aldınız di mi? Fakat yine de fenerbahçe sonuncu bile olsa Galatasaray'a karşı canavar moda girecektir, buna şaşırmam ama onları bu sezon çoooook uzun haftalar bekliyor gibi görünüyor.

Neyse Galatasaray'a gelirsek, geçen yıl yenemediği 5. lig takımlarına bu yıl fark attığı için geçen seneden daha iyi bir takım olduğu yorumu yapılabilir. Tabi kime göre neye göre denebilir ama olayın felsefesine girersek derin bir kulübün sularında boğulur gideriz. Sonuç olarak Kewell'ın takımda kalması, Keita'yı yollayan kulübün taraftarına hadi hadi yine iyiyiz sus payı oldu ama ileride neler olur kim bilir, aaaah kim bilir? Sezona fırtına gibi girip sonra düşüşe geçen takım statüsünden çıkabilecek mi acaba. Yıldızlar yerine savaşçılar politikasına büründükten sonra daha zor transfer yapan Galatasaray transfer ekibi, bize şunu demek istiyor aslında; "Yıldız almak kolaydır ama savaşçı oyuncu almak zor iştir". Sanırım futbol değil dünya savaş tarihine geçiş planı yapılıyor kim bilir? Neyse Baros'un sakatlığı yine can sıksa da Kewell'ın dönüşüne herkes sevinmiştir. Mehmet Batdal hazırlık maçlarında iyi gol atsa da resmi maçlarda durum ne olur bilinmez. Fenerbahçe maçları her daim bir kavga, bir onur meselesidir. O yüzden beklenen gibi bir hazırlık maçı olmayacak yine gergin sinirler, yine olaylar olursa açıkçası şaşırmam. Lugano olmadığına göre Galatasaray 20 üstü pozisyona girer, fenerbahçe hücum edecek durumu olmamasına rağmen 1 pozisyon bulsa eh maç 1-0 bitebilir.

Sonuç olarak Çarşamba günü bir ezeli hazırlık mücadelesi olacak bakalım neler olacak. Bu arada Galatasaray tribünü biletleri daha ucuz diye gazeteler haber yaptı, millet gaza geldi. fenerliler zengin diye kazıklıyorlar havası yaratsa da tribün yerleşimleri yüzünden böyle bir fark ortaya çıkmış. Galatasaray tribünleri koltuksuz olacakmış. O yüzden biletler yarı fiyatına. Keşke Türkiyede koltuğa oturulmadığı gerçeği görülse de(Tabi UEFA falan görse bunları) bizim koltuklar da sökülse üstüne çıkıp tepinme çok zor oluyor zaten...

15 Temmuz 2010 Perşembe

Hedo Phoenix'de, Kanada Kendini Kaybetti?


Son zamanlar gündem konularından biri Hedo'nun takım değiştirmesi. Efes Pilsen'deki zamanlarından beri Hidayet'i takip ederim. Sacramento'daki saçları gölgeli halinden San Antonio'da oynadığını herkesin unutmasına kadar tüm sezonlar ona dikkat ederim. Ailesi benim memlekette yaşayan Mehmet Okur'a oranla niyeyse ona daha çok dikkat ettim bugüne kadar. Bu arada küçük bir anı bir zamanlar Erdek'te plajda güneşleniyorum önümde dev gibi bir adam sonradan fark ettim o da saçlarına sarı etkiler yaptırmıştı o zamanlar, kankaları ile takılmış plajda pilli teypten müzik dinliyor, Mehmet Okur ehhh bu da tofaşta oynayan herif değil mi diyerek sallamadığım adamdı, hayat işte...

Neyse konumuza dönecek olursak önce bir geçmişe gidelim. Sacramento'da bir dönemler 4 numara olması denenen ve bu yüzden kilo aldırılıp kasa çevriltilen Hedo, yine 4 numara oynaması istenen bir kulübe gitti. O günlerde berbat bir sezon geçirmişti. Açıkçası Christie'nin yedeği kalması kötü bir durumdu ama şutu dengesiz olan genç adamı oynatmıyordu Adelman, bari 4 numara yapalım dediler kariyeri bitiyordu adamın. Divac'ta bırakınca artık anladılar şampiyon olamayacaklarını ve Sacramento'nun bitişi başladı o sıralarda. Durum bu olunca Hedo'da yönünü değiştirdi ve istikrar abidesi Spurs'e gitti.

Avrupa tarzı savunma yapan bir takım olan Spurs, Hedo'ya uygun bir takımdı. İyi bir sezon geçirdi orada fakat sezon sonu salary cap geyiğine Popovic'in istemeye istemeye gönderdiğini söylese de Ginobili tercih edildi ve Hedo'ya yol göründü. Kariyerindeki en iyi kararını vererek, bitmiş bir takıma ama draft ile birlikte Shaq'tan sonra NBA'in en dominant pivotunu almış takıma gitti. Asist ortalaması yükselmeye başlayacaktı ve sayı ortalaması ise bir sezonda 5 sayı yükseldi. Çok iyi pasör olan Hedo artık bu yönünü gösterebileceği bir takıma gelmişti. Elinde iyi bir pivot vardı ve paslıyordu. O dönem büyük beklenti ile alınan Nelson kimse ile uyum göstermek istemese de o da daha sonra git gide NBA'in dominant takımlarından biri haline gelecek bu oluşumda yerini aldı. Rashard Lewis'in gelmesi ile birlikte şutörler tamamdı, pivot tamamdı ve Hedo'nun patlama sezonu geldi böylelikle. MIP ödülünü alan en yaşlı oyuncu oldu. Bir sezon sonra da takımını Play-Off finaline taşıyan ana etmendi Hedo. Ama Spurs'te başına gelen yine gelecekti. Takımın buralara gelmesindeki en büyük etmeni, Carter'ı alalım diye gönderdi Orlando ve karşılığında bu sezon Play-Off finali göremeyerek aldı hem de Boston amcaları fena yaptı Orlando'yu. Durumun böyle olmasının nedeni açık ve net, takımda oynayacak oyuncu zaten çoktu, yine oynayan bir adam alıp en iyi oynatanı gönderirsen durum böyle olur. Play-Off ta her daim savunmalar öne çıkar Carter savunmayı en sevmeyen oyuncuların başında geliyordu, eh her takım hata yapar.

Yolculuk artık Toronto'ya göründü. Bana göre yine sağlam hatalarından birini yaptı Hidayet buraya gitmekle. Oyun sistemi olmayan ne yapacağı belirsiz, iddiasız bir takıma gitti. Oysa Portland'ı tercih etse hem oyununa uygun hem de genç ve dinamik bir takıma liderlik edecekti, kaçırdı bu fırsatı. Çok kötü bir sezon geçirdi, yuhalandı ve istenmeyen adam oldu. Sezon bitti Hedo'da doğru bir karar verip ayrıldı takımından. Fakat Amare'nin ayrıldığı, düzgün bir pivotu olmayan, ceza şutlarını çok iyi değerlendiremeyen, koştur babam koştur düzendeki bir takıma gitti Hedo. Açıkçası transferler sonlanmadan kesin bir şeyler söylemek doğru olmaz ama şampiyonluk iddiası olmayan bir takıma gitti. Eğer hızlı oyuna ayak uydurursa belki istatistikleri yükselecektir. Sezon içinde 140'lı sayıları rahat geçen bir takımda istatistik yükseltmek zor değil tabi ama play-off ları düşünüyorsa Phoneix pek de iyi bir karar denemez.

Kanada basınına ve halkına gelince çok fazla ilgili değildim kendileriyle ama South Park ve How I Met Your Mother'da bu adamlarla çok güzel dalga geçiliyordu. Acaba niye diyordum az biraz anladım. Sonuç olarak ellerindekinin kıymetini bilmeden kaybetmekte başarılı bir toplum. Üstüne de hadlerini bilmeden yaptıkları yorumlar ekstra güzelmiş. Güneşi az görünce sanırım zihinsel fonksiyonlar düşüyor, Jerkoglu tabirini kullanabilecek kadar seviyesiz bir toplumu da kaale almak yerine dalga geçmek yöntemini uygulamak eğlenceli olacaktır. Sonuç olarak bu dizileri niye bu kadar çok sevdiğimi tekrar anladım...

14 Temmuz 2010 Çarşamba

Yeni Sezon Kim Ne Yapar?


Temmuz ile beraber futbol camiası kamp dönemine girdi. 3+2 büyük takımlar da kamp döneminde. Transferler oldu, olmaya devam edecek ve acaba neler olacak?

Evet daha çok erken belki ama kısa bir göz atarsak kim ne yapabilir ufak ufak şekilleniyor. Yeni sezonda acaba nelerle karşılacağız.

Öncelikle bu sezon yapılan yayın ihalesi ile kulüplere gerçekten iyi paralar gelecek, bunu göz ardı etmemek lazım. Ayrıca yayınlarla ilgili yapılan görüşmelerde bu sezon bir ilk gerçekleşecek ve tüm takımların maçları canlı olarak yayınlanacak. Bu gerçekten büyük bir adım, çünkü soğuk kış günlerinde TV seyretmekte dünya sıralamasına giren bir ülkede, maçların hepsinin yayınlanması gerçekten önemli bir unsur. Büyüme önce haberdar etmek ile başlar ve herkes artık Süper Lig'de olanı biteni takip etme fırsatını yakalayacak. Bu gerçekten Türk futbolu hakkında iyice fikir sahibi olmak için önemli bir basamak, çünkü Lig TV'nin seçmeleri ile yapılan özetler, bence yeterli değildi. "Anadolu takımlarıyız" diye vicdan yapan, İstanbul dışı kulüplerimiz bu yıl daha iyi gelirlere sahip olacak. Tabi ki büyük liglerdeki kadar olmayacak ama yükselmek için önemli bir avantajları var. Türkiye'de istenildiği zaman küçümsenen takımların her takımı zorlayabildiği gerçeğini unutmayalım. Bir zamanlar, bu yıl ligden düşen Denizlispor'un, UEFA kupasında neler yaptığını unutmayalım. O günlerden daha iyi durumda ligimiz, daha kaliteli bir sezon izleyeceğimiz aşikar.

Büyük kulüplerle ilgili birkaç görüşüm var. Öncelikle Galatasaray diyelim. Yabancı fakiri takımda kamp başlayalı çok oldu ama yeni transferlerden ses seda yok, şaşırmıyorum transfer komitesi bitirici değil, gündem oyalayıcı. Adnan Sezgin'i sevmem, dürüst bir adam değil, iyi bir iş bitirici hiç değil. Medyayı kullanarak taraftarı oyalar, sonra da 30 küsür yaşlı bitmiş eski şöhretlerle veya bu adamda gelecek var dediği saçma sapan oyuncularla taraftarı kandırır. Yerli transferler fena değil fakat eldeki yabancıları da kaybetmek yerine artık doğru düzgün transferler yapılmalı. 29 Temmuz'da ilk resmi maçına çıkacak Galatasaray üstüne bir de 21 Temmuz'da Fenerbahçe ile maç yapacak. Umarım sakatlık çıkmaz. Dün ilk hazırlık maçını yaptı Galatasaray 5. lig takımını 4-0 yenebildi. PAF takımın bile böyle bir takıma daha fazla üstünlük kuracağı kesindir, 5. lig diyoruz yani yok o oyuncu iyi performans gösterdi, o öyleydi bu böyleydi bırakın bunları herhangi bir idmandan ne farkı var böyle maçların. Sezon açıldı açılacak, takıma hala katılacak oyuncular bekleniyor uyum sağlanması falan derken umarım bu sezonu da berbat etmez Avrupa'daki Türk futbol reklamı.

Daha sonra Beşiktaş'a gelecek olursak komik olaylar dönüyor orada. İlk resmi maçları yarın olan Beşiktaş'ı pek de sallayan yok açıkçası, medya bu durumu pek kaale almıyor. Beşiktaş sadece transfer olayları ile gündemde, muhtemelen başlarına bir kaza gelmez ama ne facialar gördü bu ülke yenisi görülmeyecek diye bir kaide yok. Başarılı transferler yapmasının yanında, yabancı konusunda Premier Lig kalitesine çıktılar. Fakat bir yerde bir hata var, Türkiye'deyiz. 6+2+2 gibi garip şeyler dönen bir ülke burası. Kimi kovacaklarını şaşırdılar. Schuster diye bir adamı getirdiler Real Madrid'de isim yapan sonra kovulan hocaları sırayla getirmeye devam ediyorlar. Aman dikkat Beşiktaşlılar yeni bir tazminat olaylarına mağruz kalmayın. Yarın ki maçında ülkemizi temsil eden Beşiktaşa başarılar ve Querasma gibi bir yıldızı getirdikleri için ülkemize teşekkürler. Son olarak Guti ismi Galatasaray'la beraber anıldığından beri söylüyorum bu adam Türkiye liginde iş yapamaz, yaşlandı, hızlı ve güçlü değil ve son olarak Türkiye bu kadar teknik adamlara göre bir yer hiç değil, hakemler bir an bile kollamayacaktır, yazık olur verilen paraya.

Fenerbahçe ise kendi entrikaları içinde takılmaya devam ediyor. Son bomba sen Galatasaray'lısın diyen bir taraftar yüzünden krampon fırlatıp idman terk eden Emre olayı. Aykut arkasından seslenmiş ama sallamamış olarak yansıttı basın olayı. E kim şaşırır ki buna? O takımın başına Aykut'u geçirip, bu sezon FM oynamak yerine gerçek hayatta şansını daha kontrollü deneyecek Aziz Yıldırım, bakalım ne yapacak. Takıma müdahale etmeyi seven başkan, bu yıl iyice kontrolü eline aldı. Bakalım neler yapacak. Transfer konusunda da sadece Galatasarayın verdiğinden çok fazla paralar ödeyip aldıkları Stoch harici pek sesi soluğu çıkmayan Fenerbahçe geçen yıl sadece onların başına gelen olayı 2.'ye yaşamalarına rağmen, Şampiyonlar Ligi'ne hiç hazır gözükmüyor. Hocaları, forvetleri yetersiz, bir de Lugano'yu kaybederlerse bu kadar bütçeyle bu kadar hüsran başlığı atarım sezon sonu onlar için.

Olan biten böyle gibi +2 ile şu an pek ilgilenemiyorum ama bakarım bir ara...

12 Temmuz 2010 Pazartesi

Sevinsek Mi Üzülsek Mi?


Uzun süredir devam eden ve bitmese çoğu kişinin şikayet etmeyeceği Dünya Kupası sonunda bitti. Yazılarımda belirttiklerim genelde gerçekleşti ve İspanya kupayı kazandı. Daha önce van Bommel atılır demiştim bir tek ordan tutturamadık ama kalan olayları bilmek zor değildi açıkçası. Dediğim gibi az biraz mantık, biraz futbol bilmek ve iyi takip etmek sonuca gitmekte yardımcı oluyor.

Dünya kupasından kısa kısa notlar vermek gerekirse, unutulmayacak olaylar;

* Ömer Üründül ve yorumları
* Öttürenin boğazına kaçasıca vuvuzelalar
* 4 tane gol kralı çıkması (Villa, Müller, Forlan, Sneijder)
* Afrikadaki soygunlar
* TRT ve olmadık yerlerde yayını kesmeleri
* Arjantin ve Brezilya'nın hazin sonları
* Çok golcü Almanlar ve yeni yıldızları Müller ile Mesut
* Waka Waka

bunların dışında daha birçok özellik vardır illa ki gözden kaçan ve ödül kazanan oyuncular da belli oldu buna göre turnuva ödülleri şu şekilde dağıldı.

Altın Top ödülü -> Forlan
Altın Ayakkabı -> Müller
Altın Eldiven -> Casillas
En İyi Genç -> Müller
En Centilmen Takım -> İspanya

Turnuvaya katılamadık, Fatih Terim sağolsun. Geçmişteki başarılarını daha sonraki başarısızlıkları ile nötrleyerek bitirecek herhalde kariyerini umarım Hiddink bu işi başarır. Her zaman turnuvalarda olmadık işler yapan bir takımız biz olsak kesinlikle daha zevkli olacaktı turnuva.

Sonuç olarak bireysel yetenekler değil takım oyunu kazandı bu turnuvada. Hele bir de takım oyunu içine bireysel yetenekleri çok iyi oyuncular koyarsanız başarı da genelde kaçınılmaz oluyor.

Sıra gelsin basketbola. 28 Ağustos gelsin artık nasıl olsa tatil yok.

Aranan Canavar Bulundu Mu?

Haldun Üstünel'in entrikalar dolu istifası, Adnan Sezgin'in sebebi belirsiz görevi üstlenmesi ile taraftar doğal olarak yıkıldı. Daha önce çok ucuz maliyetlere çok kaliteli oyuncular alması ile ünlenen ve kulübün yükselen yıldızı Haldun Üstünel ani bir şekilde görevinden alındı. Yerine Adnan Sezgin getirildi. Açıkçası bu hamlelere şaşırmamak lazım herkes eleştirilirken taraftarın sahip çıktığı adamı yönetim niye elinde tutsun ki?

Adnan Polat'ın geçen günlerde yaptığı basın toplantısında söylediklerini düşünelim. Diyor ki Haldun kardeşimiz yoruldu. Adama sordu muhtemelen "yoruldun mu kardeş? Seni görevden alıyorum bu yüzden, sırf seni düşünüyorum bak" dedi sanırım. Haldun Üstünel de "eh başkan bana yoruldun dedi, gideyim tatile o zaman buyrun istifam" dedi muhtemelen. Peki cefakar taraftarız ya biz de bunu yiyelim büyüksün başkanım.

Kendi düşüncem Adnan Polat, selefi olarak Yiğit Şardan'ı görüyor. Onu daha sonra başkan olması yönünde destekleyecek, fakat onu geçerek ön plana çıkan bir isim olacağını bilemedi, bugüne kadar bu kadar kaliteli bir hizmet sunan adam çıkmadı yine çıkmaz diye düşündü belki de kim bilir? Durum böyle olunca da olan Haldun Üstünel'e oldu. Devrim Arabaları filminde Selçuk Yöntem'in çok güzel bir repliği vardı. "Bu ülkede hiçbir başarı cezasız kalmaz"!

Neyse konuyu daha fazla oraya çekerek başlıktan uzaklaşmayalım. Keita'nın gidişi ile iyice morali bozulan taraftar artık sabırsızlanmaya başlamıştı. İlk transfer geldi, Lorik Cana. Bu bir sus payı mı yoksa gerçek bir transfer mi bilemiyoruz, ama şu an için tüm araştırmalar olumlu yönde. Daha önce yaptığı olağanın dışında yabancı transferleri ile ün salmış olan sayın yetkili yöneticimiz, bakalım bu sefer nasıl bir deneme yaptı? Bilemiyoruz, inşallah bir sıkıntı yaşamayız.

İnternetten yaptığım araştırmalarda ve az biraz haber takibi ile Cana müthiş hırslı, güçlü ve dayanıklı bir futbolcu olarak göze çarpıyor. Yıllardır eksikliği hissedilen hırslı oyuncu kimliği acaba geri mi döndü. Biri çıkıp demesin Sabri var bizde unutmasana onu diye, Ama ben yabancıları kast ediyorum yoksa Sabri bizim başımızın tacıdır:):):) Galatasaray'ın yıllardır en büyük eksiği ateşleyici bir yabancı. Ali Sami Yen'de fenerlilerden kaçacak bir futbolcu aramıyoruz, üstüne gidecek adam arıyoruz ve umarım da gelen kişi böyle bir adamdır.

Son olarak Türk telaffuz özürlüler camiasına büyük hizmet gelsin; Cana isminin telaffuzu "Kana" olarak yapılmaktadır. Evet biliyorum PES'te ki spikerlerden daha iyi bilemezsiniz.

Meraklılarına da Lorik Cana'dan seçmeler videosu:

http://en.vidivodo.com/401497/lorik-cana-ozel-hareketler

9 Temmuz 2010 Cuma

LeBron Miami'de!!!


Kaç zamandır bekleniyordu, isimler teker teker nerelere gittiklerini açıklıyordu ve sonunda 2 MVP ödüllü, pozisyonunun dünya üstündeki tek canavarı LeBron James nereye gideceğini açıkladı. İsim ve marka büyük olunca açıklama işleri de şatafatlı oldu tabi. TS ile 03.00 de yaptığı basın toplantısı ile Miami'ye gittiğini açıklayan LeBron bu yılın canavar takımında yerini aldı. Önce Chris Bosh sonra LeBron elde var Wade ne lan bu denebilir. Boston'un yaptığı 3'lemeyi daha genç bir jenerasyonla yapan Miami, bu yıl kesinlikle darbe vuracak lige. Tek eksikleri iyi bir pivot, onu da bulurlarsa ortalığı yakıp yıkarlar, rekor üstüne rekor kırarlar gibi geliyor bana. Hadi bakalım hayırlısı, bu sene Miami maçları ne kadar yayınlanacak ülkemizde merak konusu. NBA TV saçma sapan maç seçme huyunu umarım bu yıl üstünden atar. Dünyaya hayırlı olsun bu yıl bir canavarlar takımı izleyeceğiz.

Diğer transferler hakkında ise Amare Stoudemire New York'a gitti. Fakat David Lee'nin de ayrılması ile New York'ta kalburüstü tek oyuncu o kaldı. Bakalım yenileri gelecek mi, eğer gelmezse yazık oldu Amare'ye.

Boozer Chicago'yu tercih etti. Fakat LeBron hayalleri suya düşünce Chicago da neler olacak bilinmez. Yeni oyuncu alacaklar mı yoksa olanla devam mı diyecekler bilinmez ama şu şartlar altında Boozer onları bir üst kademeye taşıyamaz burası kesin.

Diğer yıldızlar takımlarında kalmayı tercih etti neredeyse hepsi yıllık 20 milyon dolarlık anlaşmalar yapıp, kafaları rahat, basketbola devam edecekler.

Bugün duyduğum birkaç dedikodudan biri de Hedo'nun Lakers'la adının anılması. Eğer öyle birşey gerçekleşse ne güzel olurdu değil mi? İyi bir oyun kurucu özelliği olan 3 numaranın Kobe'nin yükünü hafifletmesi, iki kalitesi yüksek Avrupalı, e bir de güzel bir guardları olsa Miami'ye en iyi ve arkaplanı da olan rakip Lakers olacaktır. Ne kadar güzel olur değil mi?

NBA bu sezon müthiş bir 3'lü izleyecek. Tahminim galibiyet rekoru kırabilecekleri yönünde. İyi bir pivotla o adamları kimse tutamaz(sakatlıklar hariç). Uykusuz geceler başlar Ekim'de hadi bakalım...

8 Temmuz 2010 Perşembe

Ne Oldu Almanya'ya?


Hollanda-Uruguay karşılaşmasında pek de beklenmeyen bir sonuç olmadığı için, üstünde çok fazla durulacak bir maç değil. Suarez ve Lugano'suz Uruguay'ın şansı olmadığını belirtmiştim. Aslında maça bakarsak o kadar da Hollanda eziciliği olmadı. Kafa kafaya gitti tüm maç, istatistikler de keza öyle oldu. Hollanda'nın 1 tane fazla olan isabetli şutu, gol olarak sayıldığı için maçı kazandılar. Mücadele gücü yüksek, son dakikalar hariç, Uruguay'ın maçı kendi sahasında daha fazla kabullendiği bir maçtı. Sonuç olarak Hollanda ikisi çok güzel, 3 golle sonuca gitti. Uruguay'ın 2 golü ise beklenmedik anlarda ve şekillerde geldi. Son dakikalar heyecanlı geçti fakat Hollanda finale çıktı.

Şimdi gelelim önemli olan konuya, ne oldu Almanya'ya?

Açıkçası turnuvanın ilk maçından beri izliyorum Almanya'yı. Tüm 4 lük maçlarını baştan sona izledim Ghana maçını pek iyi takip edemesem de sonuca etki eden unsurları iyice inceledim ve sonuç olarak İspanya'nın Almanya'yı yenmesi bence hiç sürpriz olmadı.

Öncelikle 4-0 lık Avustralya maçına bakalım. Rakip 10 kişi kalmadan Almanya bu maçı 4 yapabilir miydi "Yapardı!" diyecek varsa gelsin konuşalım, bence biraz zor yapardı. Ha evet muhtemelen kazanırdı, Avustralya önemli bir rakip değil mücadeleci ama bitirici değiller ne var yani Alman ekolünün o maçı kazanmasında. İkinci maç ve aslında Almanya nasıl yenilir gösteren maç Sırbistan maçıydı. Sırbistan kimdir PES'te alın orda da görürsünüz tüm oyunu defans yapmak üstüne kurulu, sürpriz ataklarla gol arayan, rakibi zayıfsa ezebilen bir takım ne yaptılar yattılar 1 gol buldular biraz da Almanları sinir edip 10 kişi bıraktılar ve panzerleri yendiler. Neyse Mesut'un hiç beklenmeyen golü olmasa yine direnci yüksek savunma yapabilen Gana'yı da yenemeyecekti Almanya.

Daha sonra elemeler başladı rakip kimdi İngiltere, Almanlara 5 atmış İngiltere, acaba yine fark mı olacaktı. Fakat ilk maçtan beri İngilizleri izleyen varsa bu adamlar yıldız oyuncuları birşey yapmadığı sürece yalandan bir takım. Liginde oynayan tonla yabancı yüzünden ekolünü kaybetmiş arada sırada çıkan yıldızlarla "hadi bakalım" diyerek uğraşan İngiltere. E bu adamlar 2008'de de yoktu 2 senede bir yerlerine sihirli birşey değmediyse ki değmemiş yine hüsran uzak değildi ve geldi. Almanlar düzensiz İngilizleri dağıttılar, çok mu büyük başarıydı bu, yine değildi. Daha sonra başka bir ekol, Arjantin. Başında Maradona belası, dünya starlarını kadroya almamış 6 tane forvet almış kimi oynatacak karar veremiyor ama orta saha yok ortalıkta. Her maçta bir yıldız parlıyor kurtarıyorlardı paçayı ama en büyük yıldızı takım yüzünden parlayamıyorken, bunu 2 saat 50 tane yüzük takan Maradona fark edemiyordu. Evet ben canlı izlemedim bu adamı, müthiş bir futbol zekası olabilir ama yöneticilik başkadır usta, herkes oyunun tüm alanlarını iyi bilemez ve yönetemez. Her kaliteli oyuncu da kaliteli teknik direktör olamaz. Maradona da bunlardan biri işte. Beceremiyor, tüm ülke gözünde efsane olduğu için de tahammül payı yüksek. Neyse maç başladı Arjantin az biraz maç başı yüklendi ama daha sonra bir baktık ki kalecinin saçma bir hatası ile ilk gol geldi Almanyadan(çok az daha düzgün bir kaleci yemezdi o golü). Neyse ilk gol herşeyin başlangıcı oldu, Arjantin haydi yürüyün mantığı ile saldırdı. Defansta hani mahalle maçlarında olur ya ezik bir tip, sen defanssın yoksa oynayamazsın diyerek takımın uyanık oyuncularının kilitlediği, onlar gibi 1-2 oyuncu vardır defansta, kalanlar banane ya bende gol atıcam diyerek çıkmıştı ileri kontra kontra derken maç 4 oldu. Ne oldu Almanya yine ezdi Almanya en büyük Almanya şampi... bırakın lütfen ne alakası var.

Geldik dün akşama her maç klasik oyununu yansıtsa da beklentileri karşılayamasa da en azından düzgün defansını bozmayan, başındaki hocasının ahmaklığı yüzünden rakiplerini beklenenden daha az ezen bir İspanya vardı ki potansiyellerinin altındaydılar. Gün geçtikçe daha iyi hale geldiler. Derken dün ne olduysa Del Bosque saçmalamayı bırakıp Villa'yı sol açık oynatmaktan vaz geçti. Müthiş bir sezon geçiren Pedro ile oyuna başladı(maçı kopartacak anda saçmalasa da iyi oynadığı tartışılmaz). Villa gerçek yerine geçti ve maçın başlama düdüğü ile İspanya başladı yüklenmeye. İlk yarı kaçırdıklarının yarısını atsalar, bu sefer onlar 4 atardı. Şimdi çıkacak birileri yine Almanya kötüydü akşam, Müller yoktu falan filan diyebilir ama alakası yok. Almanlar klasik tertibi ile önce topun arkasına geçip sonra ani ataklarla golü bulma taktiğini uygulamak istediler, 1-2 pozisyonda buldular ama dün akşam futbol adildi hak edene çalıştı. Sonuç olarak düzgün defans yapan, iyi pas yapıp tüm maç rakibi sahada gezdiren İspanya panzerleri bile yordu ve bitirdi. Beklenmedik birşey değildi bu az biraz futbol oynamış, bilen ve anlayan adam bunları görebilirdi. Ahtapota bakmaya gerek yok, maçları takip edip olanı biteni anlayabiliyorsanız tahmin yapmak da kolaylaşır.

Final için de İspanya'yı avantajlı görüyorum Hollanda istikrarsız bir takım Capdevilla formda olursa İspanya rahat alır maçı ve hakem adil olursa Van Bommel bu maçı bitiremez. 10 kişi kalan Hollanda da oyunculara motor takmazsa pek de dayanamaz.

Kupa bitiyor artık 1 aydır canımız sıkılmıyordu akşamları ama artık her güzel şeyin sonu misali buna geldi sıra. Artık 28 Ağustosu bekleyeceğiz müthiş bir organizasyon ve turnuva bizleri bekliyor olacak. Ülkemizdeki bu en büyük etkinliğe halkımızın da müthiş katılımı olacaktır diye tahmin ediyorum ve daha kadrosu tam belli olmadığı için Amerika'yı saymazsak en büyük favorim Türkiye'dir. Bu da taraflı bir görüş değil mantık yürütmektir.

5 Temmuz 2010 Pazartesi

Neler Oluyor Hayatta


2010 Dünya Kupası son hızıyla devam ediyor. Brezilya ve Arjantin elendi güney amerika iyi gidiyor derken yarı finale tek kalan Uruguay olabildi. O da müthiş bir şansla oldu. Dakika 120'de kaleye giden topu Suarez "Lan bu dakkada golü yersek çıkmaz belki penaltı yaparsam yırtarız" diyerek kalecilik yaparak kurtarıyor golü bir güzel kırmızı kartını yedikten sonra hakemden, geçiyor sahanın yanına bakalım ne olacak diye. Derken Ghana penaltıyı kaçırıyor ve maç penaltılara gidiyor. 120'de penaltı kaçıran gana 2 tane daha atamayınca birden Uruguay yarı finalde buluyor kendini. Suarezi kaybetmiş, Luganosu sakat Uruguay yarı finalde Hollanda'ya karşı ne yapar bence birşey yapamaz. Brezilyanın 1-0 galipken 2-1 kaybettiği İspanya maçı ve Arjantin'i ezen panzerler diğer yarı finalistler oldu. Avrupa yine futbolun kralı biziz dedi. Bakalım neler olacak.

Tabi sadece futbol değil olay. Wimbledon tenis turnuvası sona erdi. Erkeklerde Nadal, bayanlarda ise Serena Williams şampiyonluğu göğüsledi. Bunlar pek de şaşırılacak olaylardan değildi. Bu yıl Wimbledon da unutulmayacak bir olay oldu ve dünyanın en uzun tenis maçı rekoru kırıldı. 3 güne sarkan ve 11 saat 5 dakika süren maç John Isner ve Nicolas Mahut arasında yapıldı. Ace rekoru en uzun set rekoru o rekor bu rekor derken bir daha bu kadar uzun maç çıkar mı bence çok zor. Bu tarihi anı televizyondan takip etme fırsatını yakaladığım için kendimi şanslı sayıyorum. İnsanın istediğinde ne kadar direnç gösterebildiğinin bir ispatı oldu bu karşılaşma ve gerçekten kaybeden Mahut'a üzülmemek de elde değil. Helal olsun adamlara. Son olarak ilk defa erkekler klasmanında bizi temsil eden ve maç kazanma başarısını da gösteren Marsel İlhan'a da sonsuz teşekkürler.

Basketbol da ise NBA de transfer sezonunun açılması ile paralar havada uçuşmaya başladı. Şu ana kadar büyük bir gelişme yok. Joe Johnson, Rudy Gay ve Dirk Nowitzki evlerinin yerini değil sadece dekorasyonlarını değiştirmeye karar verdiler. Hepsi yaklaşık olarak yıllık 20 milyon dolara yakın kontratlar alarak devam etme kararı aldılar. LeBron kardeşimiz ne yapacak belli değil herhalde yıllık 100 milyon dolar verecek takımı falan bekliyor tahminim. Chris Bosh, Dwayne Wade gibi isimler de neler yapacak merakla bekliyoruz.

TBL de ise ilginç şeyler olmaya devam ediyor. Kaya Peker'in yakın bir arkadaşımdan aldığım ilk ağızdan bilinen bir gerçek olan Galatasaraylı olması mı Efes'te oynadığı her dönem çok kalite küfürler yemesi mi bilemem ama bu iki duruma da ters düşecek bir karar alıp Fenerbahçe'ye gitmesi en çok göze batan transfer haberi oldu. Ne diyelim ey profesyonellik, büyüksün! Diğer transfer haberlerin de ise çok dişe dokunur birşeyler yok sansasyonel şeyler denk gelirse gene belirtmekten çekinmeyeceğim.

Son olarak 1515 çeşit meze ile rekor kıran Yeni Rakı'ya teşekkürler. Rakı güzeldir bizimdir, mezeyle güzel gider buzunu çok koymayın.

1 Temmuz 2010 Perşembe

Sonisphere


Türkiye var oluşundan beri belki de en sağlam metal festivaline ev sahipliği yaptı. Metal müziğin hastası değilim açıkçası bazılarının da kuru gürültü olduğu kanısına sahip olsam da Rihanna konserine gidenlerin böyle coşma durumları da hiç olmadı olmayacak da.

Bu tarz festivallerin stadyumlarda yapılması ne kadar doğru o da tartışılır. Evet çok daha fazla seyirciyi içeriye sığdırabiliyorsunuz fakat tribüne sıkıştırdığın o adam ne yapsın? Aşağıdaki standlara girip çıkanlar ne var lan acaba orada lan bu vodafone şapkasını da herkes almış bizim oralarda yoktu(izlediğim yer belli oldu galiba) gibi konuşmalar havada uçuştu doğal olarak. Yani kısacası tribünler için olay festival değildi konser izlemekti. Bu yüzden stadyumlarda festival olmaz daha fazla para kazanıcaz diye organizasyona leke düşürmeyin sayın organizatörler. Ben festivalde 2 unsurun üstünde duracağım kalanları sallamıyorum niye sallamıyorsun diyenleri de sallamıyorum. Birincisi Rammstein ikincisi de Metallica.

Öncelikle ilk akşamının headlinerı olan Rammstein'dan bahsetmek daha doğru olur sanırım. Dünyanın çoğu yerinde konser vermeleri yasak olan(özgürlüğe gölge düşürmeyi seven kültürel ve ahlaksal bahanelerin arkasına sığınan devletler) bu grup sahne şovları ile daha çok isim yapıyorlar. Almanca şarkılar söylerek dünyada buralara gelebilecek başka biri var mı bence yok. Başlamaları ile bitirişleri arasında zaman ne ara geçti anlayamadım bile. Bütün konser birşeyler yandı, patladı birşeyler oldu yani duramadık. İki dakika tuvalete gittim çıkarken havai fişekler uçuşuyodu küfür ettim vücut sistemime yerime döndüm coşkuya devam. Adamlar verdiğim kombinenin parasını ilk akşamdan çıkarttılar bana bir daha herhangi bir grup sahne şovu yapmasın bu adamları geçemez üzüldüm göremeyenlere ama kendime de üzüldüm bir daha neyi beğeneceğim ben? Neyse asansör etkinliği ve benzin şarkısındaki adam yakma olayı konserin en coşkulu anlarıydı. Yani sahne dendiği artık aklıma gelecek tek grup var.

İkinci unsur ise tabi ki en son assolistler çıkar mantığına uyacak şekilde Metallica oldu. Amcalar hala yaşlanmamış deli gibi çalıp söylüyorlar hiç durmadan o kadar sahnede kalabilmek insanlık değil bu adamlar da o zaman insan değil. Konserin ilk dakikası verdiler coşkuyu herkes coştu konser bitti hala coşacak yer arıyorduk o kadar fazla güzel şarkıları var ki tabi ki hepsini söylemediler bu yüzden ya niye onu söylemediler bu şarkı söylenmez miydi gibi eleştiriler bitmedi. Ama niye unforgiven i söylemediler ya :D. Neyse konserin önemli anları One dan önceki hazırlık müthişti ve konser sonu yüzlerce pena dağıttılar ileri ki yıllarda ebay de iyi para yapacak onlar.

Sonuçlara baktığımızda verilen, istenen, sonuç kısmına gelince verilen isteneni gayet geçti sonuç da müthiş konserler oldu.

Son olarak negatif yönlerden bahsetmeden olmaz. Öncelikle liseli gençliği almayın şu konserlere aaa ne var demekten olaydan uzak kalıyorlar kızmıyorum onlara ben de lisedeyken şu halime oranlarsak salaktım hepimiz öyleydik inkar eden daha salaktır. Bira olayı yalandandı tuborg 7.5 lira etmez fıçısı güzel diyenler bir daha derseniz şişesini kafanızda bulabilirsiniz. Pogocular çok azdı slayer a yakışmadı.

Sonuç olarak festivaller güzeldir, gidilmelidir, böyle büyük şeyleri kaçırıp sonra iyiliğini duyunca dövünenler gerizekalıdır. Saçma sapan şeylere para harcamayın böyle yerlere gelin bu ülke de artık güzel organizasyonlar oluyor adam gibi takip edin.

30 Haziran 2010 Çarşamba

Neler Oldu Neler Bitti Kupada


Dünya kupası tüm hızıyla devam ediyor. Maçlar arasında gün boşluğu olmamasını seviyorum çünkü her akşam maç izleyebilmek gerçekten güzel. Son yazımdan beri oynanan Brezilya-Şili, Paraguay-Japonya ve İspanya-Portekiz maçları beklenenlerin çok dışında olaylara sahne olmadı. Fakat turnuvada dikkat çeken bir özellik de şu, Güney Amerika takımları gerçekten bu yıl çok formdalar.

Herkesin de beklediği üzere Brezilya, Şili'yi rahat geçti. Maçın içeriğine gelirsek seyir zevki yüksek bir maç değildi. Şili maça iyi başladı ama gol atmayı beceremedi. Salas ve Zamarano'yu özlediklerine eminim. Brezilya ise eski halinden uzak ama standart kalitesi ile rahat maçlar oynuyor. Bakalım dişli bir rakip ile karşılaştığında gerçek yüzünü görebilecek miyiz.

Paraguay - Japonya maçı ise beklediğim gibi sabaha kadar berabere olur diyordum ve oldu da. Penaltılara gitti maç ve sonunda kazanmasını istediğim Paraguay kazandı. Paraguay turnuvanın başından beri güzel futbol oynuyor, çok koşuyor ve şu an hak ettiği yere geldi, bakalım devamını getirebilecek mi?

Son olarak da beklenen eşleşmelerden biri 19 maçtır yenilmeyen Portekiz'e karşı son avrupa şampiyonu İspanya. Portekiz turnuvada bu maça kadar gol yememişti. Tam bir takım oyunu oynuyorlar, katı defansları var, yıldız oyuncuları var ve her yıl İngiltere gibi iyi birşey yapmaları beklenirken hiç sonuna kadar gidemeyen ülke. İspanya ise Barcelona orta sahası ile rakipleri bütün maç sağa sola koşturan, koşturtmasına rağmen topu yine de vermeyen, hafif zayıf rakip yakalarlarsa ceza sahası bile dışından şut atmadan kalenin içinde pas yapıp gol atmaya meyilli bir takım. Müthiş savunmacıları ve kalecisi var ama Dünya kupalarında sürekli bir yerlerde nefesleri kesiliyor bakalım bu yıl ne olacak. Evet bu iki takımın maçı vardı dün akşam. Portekiz klasik bir şekilde savunmada çok kalabalık hücumda da sağdan soldan ortalarla ve Ronaldo'nun kendi kalemden bile şut atarım ben mantığı ile sahadaydı. İspanya ise klasik sürekli bir sağa bir sola bir sağa bir sola pas pas pas derken bir anda kale önünde bitme taktiğini uyguladı. David Villa'nın sol kanatta niye oynadığını anlamamakla beraber Torres'in de Ronaldo mantığı ile oynaması gol atmasını zorlaştırdı İspanya'nın. Kısır bir maç oldu ama yine bir Xavi klasiği pas ve arada bir anda ortaya çıkan Villa maçın tek golünü, Portekiz'in turnuvada yediği ilk ve son golü ve çeyrek finali getiren golü attı.

Sonuç olarak kupa tüm hızıyla devam ediyor, maçlar güzel her zamanki gibi hayat güzel ve hala vuvuzelalardan nefret ediyorum.

Not: Maçlardaki yorumlarından ve üslubundan dolayı Ömer Üründül'ü vuvuzelalardan daha kötü bir unsur olarak gördüğümü de belirtmek zorundayım.

28 Haziran 2010 Pazartesi

2010 FIFA Dünya Kupası



2010 Dünya Basketbol Şampiyonasına hazırlanmaktan en sevdiğim aktivitelerden, TV başında yatıp, kaşınarak maç izlerken, aklıma gün içindeki değişik psikolojilerimden türeyen içeceğimi yudumlarken, devre arası gelse de bu beceriksizlerin kaçırdığı golleri ben PES te atsam demeyi özledim. Neyse ki akşam maçlarına daha fazla ilgi gösterebiliyorum. Fakat şampiyona fikstürü akşamları güzel maç gündüze paspal maç koyma gibi bir felsefe izlemedi doğal olarak ki bazen sıkıcı maçlara da mağruz kalınıyor. Hele ki ilk turlarda tüm maçların(Almanya hariç) alt bitmesiyle oynamadığım bahislerden kaybettiğim paralara yandım.

Neyse dünya kupasında bana göre yeni yeni güzel şeyler olmaya başladı. Ne İngiltere'nin elenmesi ne de Fransa'nın rezilliği tahminimin dışında bir durum değildi. Kendimi bildim bileli patlama yapması beklenen İngiltere,(Galatasaray'daki Mehmet Güven hesabı) yine milletinin elinde patladı ve çeyrek final göremeden evine gidip yaz tatiline başlamayı tercih etti. Fransa ise komiktir Zidane ve grubu emekli olduktan sonra yeni neslin kralını tanımaz tavırlarıyla ve Fransız düşünce yapılarıyla daha ilk turdan dağıldılar evlerine.

Tabi birçok elenen takım var ama bunlardan kayda değer olduğunu düşündüklerim; Avustralya, İtalya, Kamerun ve Fildişi Sahilleri. Öncelikle koca oğlandan yani İtalya'dan başlayayım. Ben kendimi bildim bileli defans yapan, rakip biraz futbol oynayıp onlara üstünlük kurdu mu tekme tokat moda giren, ilk golü atarlarsa maçı çekilmez hale getiren ülke. Yunanistanın Avrupa'da başlattığı ölümüne savunma felsefesi başlarda bu kupada da kendini gösterdi ama her zaman ki gibi uygulayanları sahanın çimlerine gömdü. Daha ilk maçta yenilmekten kılpayı kurtuldular klasik bilmiş medya bunlar turnuva takımı güçlerini sonraya harcıyorlar dediler ama biri çıkıp bana cevap versin. Niye?

Her oyuncu 1 km fazla koşsun ilk maç 3 puan alan takım kalan 2 maç da 1 puan alsa genelde gruptan çıkıyor. İlk maçını kazanan İtalya beraberlik alamayacak mıydı, bırakın lütfen siz mi futbol anlatıyorsunuz? Yaşlanan takım ve artık tam beceremedikleri defansı ile ilk maçtan eleneceklerini tahmin ettim ve beni yanıltmadılar. Teşekkürler İtalya sizin yüzünüzden maç izlememe lüksüm olmayacak.

Daha sonra Kamerun geliyor aklıma. Bu adamların puan alamamasını ben hiç anlamadım anlayanlar bana anlatsın. Kadrosunda memleketin yerlisi kalmamış bir takım. Dünyanın en iyi liglerinde oynayan oyuncuları ve yıldız futbolcuları ile rakipleri çok koşan teknik yönü zayıf Japonya, Laudruplardan sonra hala yeni ekolünü tam oluşturamamış Danimarka, bu ikisinden bile puan alamadı Kamerun. Demek ki adamlar oynamak istemiyor arkadaş birileri de çıkıp fark etsin bu adamları CM'ye koy, az biraz futbol bilen bir adam mesela TV lerde spor programlarında bol atan dayılardan biri bile o Japonya'yı bu Danimarka'yı yener resmen şaka gibi.

Bunlardan biri de Avustralya oldu. O gruptan en aşağı 2. tur görürler diyordum kaliteli jenerasyonlarının son demlerindeydiler son maçta galip de geldiler ama Almanya'dan 4 yemenin acısı fena çıktı 4 puanla çıkamayanlardan oldular onlar da.

Son olarak yıldızlar karması Fildişinin yine zorlu gruba düşüp ilk turda elenmesi durumu. Açıkçası üzüldüm, adamlar saldırgan futbol oynuyor, fizik güçleri yüksek ve ellerinde Drogba var. Bu adam için maç izleyen yüz binlerce insan var. Tek tek saymadım ama olmadığını kanıtlanmadıkça bence var. Türkiye'de istediği zaman rakipleriyle dalga geçen Keita'nın yedek kaldığı, Toure kardeşlerin formda olduğu dünyanın hep kaliteli liglerinde oynayan futbolcularıyla, Brezilya'ya biraz hakem faktörü ile yenildiler ve elendiler. Brezilya idareten futbolla rahat çıktı gruptan hadi bakalım hayırlısı.

Son olarak Arjantin, Gana ve Uruguay'ın sürpriz olmayan çeyrek finalleri yanında an itibari ile oynanan maçtan da Hollanda'nın galip geleceğini varsayıyorum.

Kupaya devam, eğlencenin durumu iyi, vuvuzelalar keşke çalanların boğazına kaçsa...