19 Temmuz 2017 Çarşamba

2017 Prag ve Karlovy Seyahatleri - 2. Bölüm Karlovy Vary


5 Günlük Çekya tatilini sadece Prag'la sınırlandırmak en az 1 günü heba etmek gibi hissettirdiği için alternatif günü birlik planlar yapmaya başladık. Gezinin 4. günü için Dresden, Karlovy Vary ve Viyana'yı listemize almıştık. Zaman, fiyat ve performans kriterlerini göz önüne aldığımızda son tercihimiz Karlovy Vary oldu.

Bir sonraki adım ise nasıl gidelim bu Karlovy'e kararı oldu. Şehir merkezinden kalkan otobüsler ve tren aklımızdaki ulaşım yöntemleriydi. Mesafe yaklaşık 120 KM. Tahmini varış saatleri ise 2.5 ve 3.5 saatler arası olunca biraz düşünmeye başladık. Yine minimal İngilizce bilgilendimeler sebebiyle trenden de otobüsten de emin olamadık. Bu sebeple ilk bölümde bahsettiğim havaalanı transferimizi yapan şöförümüzle yeniden iletişime geçtim. Uzun bir sohbetten sonra onun da kız arkadaşını davet ederek hep beraber bir seyahat planı oluşturduk. Aldığım fiyat bize özel de olsa 3-4 kişinin Karlovy gidiş dönüşü için hem en konforlu hem ekonomik seyahat methodu bizim için özel araç oldu.

Sabah erken saatte Karlovy Vary için yola koyulduk. Sabah yol üzerinde oldukça güzel manzaralı bir McDonald's'ta kahvaltı ettik. Lokasyon için tıklayabilirsiniz. Standart fast fooddan ziyade Patisserie kısmı da olan bir McDonald's olması kahvaltı tercihimizi kolaylaştırdı. Sonrasında tekrardan yola koyulduk. Otobanla başlayan yolumuz zamanla daraldı ve sonunda 1 gidiş 1 dönüş bir kasaba yoluna döndü. Yol üzerinde Çeklerin bira markalarından biri olan Krusovice'nin adını aldığı kasabadan da geçiliyor. Yol üzerinde bira tadımı için küçük bir tesis var, kesinlikle ziyaret etmelisiniz. Yolun bazı yerlerdeki daralmalarına rağmen hedefimize 1.5 saatte ulaşmayı başardık.

Karlovy Vary(Kralın Banyosu)

Şöförümüz, rehberimiz ve Çekyadaki en yakın arkadaşımız Dilshad'ın hikayesine göre bölge tarihinin meşhur kralı, Roma İmparatoru Charles IV'ün izlerini ülkenin birçok yerinde görebiliyorsunuz. Adını taşıyan Karlovy Vary'nin özelliği ise Charles IV'ün av merakına dayanıyor. Özellikle yükseltileri ve sık ormanlıkları ile Karlovy'nin etrafı doğal güzellikleri oldukça korunmuş yerlerden. Charles IV de bu bölgede ava çıkmayı severmiş ve bir gün av köpeklerinden birinin feryatlarını fark etmiş. Köpeğinin su dolu bir çukura düştüğünü fark etmiş ve hayvanın attığı çığlıkların sebebinin yer altından çıkan kaynak suyun olduğunu görmüş. Daha sonra detaylı kazılar ve incelemeler sonunda bölgenin şifalı suları keşfedilmiş ve böylelikle kralın ismiyle bu bölgede bir şehir yükselmiş.

12 farklı şifalı su kaynağına sahip şehirde her su kaynağının farklı hastalıklara iyi geldiği belirtiliyor. Fakat tedavi için gelenlerin kesinlikle danışman bir doktor ile hareket etmesi gerektiğini öğrendik. Bunun sebebi çıkan suların her ne kadar hangisinin hangi tedavi için kullanıldığı bilinse de hangi sırayla ve ne miktarla alınması gerektiği bölge doktorlarının uzmanlığında kalıyor. 12 su kaynağının da ısı dereceleri birbirinden farklı. Gördüğüm en sıcak kaynak 72 dereceydi, tadını test etmekten kaçındım bu sebeple. Yine küçük bir uyarı yapalım tüm suların tadına bakmak isterseniz günün ilerleyen saatlerinde mide ve bağırsak problemleri yaşamanız yüksek ihtimal, dikkatli olun :) Biz uyarıldık ve dikkat ettik, aynı uyarıyı da yapmak isterim.

Yine bir akarsu şehri olan Karlovy'i Ohre nehri şehrin farklı yerlerinde 2'ye bölmektedir. Bizim gezdiğimiz tarihi kısmı ortadan ayıran bu nehir gittiğimiz dönemde oldukça hızlı bir akıntıya sahipti. Şehrin bir diğer özelliği ise Çeklerin yerel içkilerinden Becherovka'nın merkezi olmasıdır. Şehrin hemen girişinde zaten Becherovka binasını görebilirsiniz. 32 farklı baharat özü bulunduran bu içkide bence karanfil en keskin tada sahip ve çoğu damak zevkine uygun olmadığını düşünüyorum. Ama 3 shot yaparak varsa gerginliğinizi azaltabilirsiniz.


Şehrin bir diğer özelliği ise Film Festivali. Merkezde gördüğümüz en çirkin bina olan Hotel Thermal komünist dönemde ve bu döneme özgü mimari özelliklerde inşa edilmiş. Şehrin en ünlü otellerinden biri olan Thermal, Karlovy Film Festivali'ne de ev sahipliği yapmaktadır.


Şehrin bir diğer gözden kaçmaması gereken noktası ise Grandhotel Pupp. Casino Royale filminin son kumarhane sahnesi bu otelde çekildi ve yine Hit Me demek veya bir kaç düğmeye basıp zaman geçirmek isterseniz, James Bond'un takıldığı yerlerde kumar oynama şansınız bulunuyor. Otelin giriş kısmındaki ağacın etrafındaki taşların arasına yerleştirilmiş ve otelde kalan ünlülerin isimlerinin olduğu plakaları görebilirsiniz.



Son olarak şehirle ilgili bizlere özel, çok güzel bir ayrıntı da bulunuyor. Son ziyaret noktamız Carlsbad Plaza oluyor. Ulu Önderimiz 1918 yılında yaşadığı böbrek problemleri ve savaş sonrası rahatsızlıkları sebebiyle şifa bulmak için bu şehre gelmiştir. Carslbad Plaza'da 1 ay konaklayan Atatürk, hem tedavi olmuş hem de ülkenin geleceği ile ilgili çalışmalarına devam etmiştir. Otelde Atatürk'ün ismiyle ayrılmış bir Lounge bulunmaktadır. Hatıralarımızı aldıktan sonra buradan ayrıldık.

Günlük bir gezi için gerçekten güzel bir seçim yaptık. Şehrin kendine özel Bohemya tarzı cam işleri, yine kaynak sularını doğru bir yöntemle içebilmek için özel üretilmiş mini sürahiler güzel hediyelikler olabilir. Çek Cumhuriyeti'ne gidiliyorsa kesinlikle ziyaret edilmeli listenize eklemelisiniz.





4 Temmuz 2017 Salı

2017 Prag ve Karlovy Seyahatleri - 1. Bölüm Prag


Yılın yarısı henüz bitmeden 3 yurt dışı seyahatiyle ilgili kısa bilgiler ve küçük ipuçları paylaşmak güzel olur diye düşündüm. Yine buraları çok ihmal ettiğim dönemlerdeyim, her seferinde geçici olmasın bu heves desem de başarı oranım oldukça düşük gibi gözüküyor.

2017'nin ilk durağı Prag ve Karlovy oldular. Mart ayının sonunu seçerek biraz risk alsak da şansın da yardımıyla hava durumu pek üzmedi. Wikipedia'nın da şu sıralar yasak olduğu dönemlerde belki de merak edenler için bir tane bile faydalı bilgi olursa güzel olur herhalde.

Genel Bilgiler

Çek Cumhuriyeti yakın bir geçmişte ülke ismini Çekya olarak kısaltmış olsa da halkımızın dilinde Çekoslavakya ve Çek Cumhuriyeti olmaktan öteye gidemiyor. TL'nin Dolar ve Euro karşısındaki kayıpları beni de mecburen Pegasus'la seyahate zorluyor. Hal böyle olunca da artık hava alanına ulaşım zamanını normalden 30-40 dakika öncesine çekmekte fayda olduğunu söyleyebilirim. Maalesef henüz 35 dakikadan daha erken sürede Pegasus'a valizlerimi teslim edemedim.

2 saatin çok az üzerinde süren uçuş süresinin ardından Prag'a indik. Prag dış hatlardan girişte Duty Free'ye uğrama şansınız yok, direkt olarak Pasaport kontrolü ve çıkışa yönlendiriliyorsunuz. Uluslararası uçuşlar göz önüne alındığında oldukça küçük bir havalimanı var başkentin. A ve B olarak 2 terminale ayrılmış alanda iki tarafta birbirine oldukça yakın.

Konaklama için tercihimiz Air BNB oldu ve transfer için çalıştıkları özel şöför 3 kişiye kadar 20, 4 kişi için 25 €'luk bir transfer ücreti talep ediyor. Valizler ve kalacağımız yere direkt gidiş açısından oldukça ekonomik bulduk ve bu şekilde şehir merkezine geçtik. Şöförümüzle daha sonra kanka oluşumuz oldukça işe yaradı, hem şehir konusunda hem de Karlovy seyahati için daha sonra tekrar bir araya gelecektik. Tercih etmek isteyenler olursa iletişimi konusunda yardımcı olabilirim.

Şehir merkezi havalimanına görece yakın mesafede Taksi, Otobüs ve özel transfer en iyi ulaşım alternatifleri. Havalimanı şehrin batı tarafında kalıyor, yani Kalenin ve Petrin Kulesinin olduğu bölüm. Konaklayacağımız yer ise Prague 3, tren istasyonuna 5-6 dakikalık yürüyüş mesafesindeydi. Öncelikle AirBNB ofisinden anahtarımızı aldık, kişi başı 3€ olan şehir vergimizi ödedik ve sonrasında dinlenme fırsatını bulabildik.

1. Gün

Prag'la ilgili okuduğum yazıların çoğu ucuzluğu konusunda fakat 1 Koruna(Yerel deyişle Kron) TL parametresinin 6,90'a düştüğünü unutmamak lazım. O Prag artık ucuz bir yer değil fakat konaklama konusunda cidden uygun fırsatlar bulunabiliyor. İyi bir AirBNB takibi işe yarayacaktır. Tramvay ağı şehri çok iyi dolaştığı için merkezden biraz uzakta kalmaktan çok çekinmeyin. Tren Garını baz alırsanız rayların üst kısmı daha yokuşluyken nehir kenarları ise nispeten daha düz ve yürümeye uygun.


İlk akşam yemek için Foursquare yardımı ile civarda öncelikle bir et restaurantı bulduk. 10 dakikalık yürüyüş sonrası butik bir  restauranta girdiğimizde hani sizin rezervasyonunuz muamelesi ile ilk kez yüzleştik. Foursquare yorumlarında unutulan bir özellik olmuş maalesef, evet Prag'da kalitesi yükselen ve iyi yemek yenebilen her yer için rezervasyon büyük ihtimalle gerekecektir. Almadan gitmeyin boşuna üzülmeyin. Mekanda boş masalar oluşu sizi davet etmeleri için yeterli sebep değil, çok da umursadıkları bir konu da değil. Hemen yiyip kalkacağım da kesmiyor. Aynı akşam bir hamburgecide de rezervasyon tuzağına düştükten sonra kendimizi dönercide bulduk. Açlığımdan sebep tercihimi dürümden yana kullandım fakat methodun Berlin'le aynı olacağını düşünmemiştim. Bitirmek oldukça zor oldu.

Dürüm ve Ayran toplamda 22-23 TL'ye mal oldu. Ucuz değilden kastım buydu aynı menü Berlin'de tercihi bira bile yapsanız 4,5 - 5,5 € değerleri arasında. Prag 3 turumuzla beraber ilk günü tamamladık. Prag 3 alanında görmeye değer en uygun yer Zizkov TV Tower bunun haricinde uygun bar ve restaurantlar bulunabiliyor.



2. Gün

2. günle beraber şehir turuna başladık. Tren garının güneyinden aşağıya doğru yürüyüşe geçtik. Ulusal Müzenin eski ve yeni binalarının arasından Wenceslas Meydanı'na çıktık. Şehrin yeni merkez noktalarından aynı zamanda fotoğraf için uygun yerlerden biri. Özellikle gece hayatını sevenler için bu meydan ve civarlarında eğlenmek için güzel yerler olduğunu duydum.


Wenceslas Square
Bir sonraki durak Dancing House olacaktı. Wenceslas'tan nehire doğru yöneldik sonrasında Vodickova caddesi üzerinden Vítězslav Hálek Memorial önünde birkaç fotoğraf çekerek yola devam ettik. Yine Avrupa'da ünlü şehirlerde bulabileceğiniz Hooters restaurantı da bu civarlarda, meraklısı uğrayabilir. Daha sonrası ilerleyip Resslova'dan nehir tarafına döndük burada yol üstünde Anthropoid filminin final sahnesindeki St Cyril and Methodius Cathedral'in önünden geçiyorsunuz. Filmi izleyenler kaçırmasın yine filmi izlememiş olanlara da Prag için güzel bir tavsiye olacaktır.

Ardından Dancing House'un önünde hatıraları aldıktan sonra yolumuza nehri geçerek devam ettik. Dancing House'un seyir terası ve ilginç mimarisi haricinde önemli başka bir özelliği bulunmuyor. Beklentiyi yüksek tutmamakta fayda var.
Dancing House

Bir sonraki Kafka ve Nazım'ın sıklıkla ziyaret ettiği Cafe Savoy olacaktı. Hem kısa bir mola hem de oldukça meşhur olan bu kafenin girişinde de yine rezervasyon sorusuyla baş başa kaldık. Neyse ki mekan oldukça boştu ve bir masa vermeye razı oldular. Porsiyonlar küçük bu yüzden doymalık birşey yerine kahve içip mekanın keyfini çıkarabilirsiniz. Ya da bira veya şarap da tercih edilebilir. Daha sonra Karlov Most'a doğru ilerledik. Biz ziyaretini daha sonra yapsak da yol üzerinde biraz arkada kalsa da John Lennon Pub ve Wall kesinlikle görülmeli.
Daha sonra şehrin en meşhur köprüsü olan Karlov Most'tan geçerek Old City'e doğru yol aldık. Yemek için tercihimiz Hard Rock Prague oldu. Doğu Avrupa'nın en büyük Hard Rock Cafe'si yine dizaynı da oldukça güzel fiyatlar İstanbul'dan fazlaya geliyor. Ama birası da yemekleri de gayet başarılı.

Günün son durağı ise Prag Kalesi olacaktı. Yine Çekya'nın Katedrali'de kalenin içerisinde olduğu için bir çok yeri aynı anda ziyaret fırsatı oluşuyor. Karlov Most'tan kondisyonuna güvenen yürüyerek kaleye çıkabilir. Gerçekten güzel tarihi bir yol sizi bekliyor. Fakat yine toplu taşıma ile de çıkılabilir. Biz yürüdük, biraz zorlandık fakat zirveye çıkınca Prag ayaklarımızın altında kaldı. İlginç bir Starbucks'ın terasında fotoğraf için bir bölüm var. Uzak doğululardan fırsat bulunursa güzel hatıralar alınabilir.

Sonrasında kaleye giriş yaptık. Genelde yoğun olan girişte askerler metal dedektörleri ile tek tek arama yapıyorlar. Sonrasında kalenin iç kısmına geçiş yapıyorsunuz. Budapeşte'de olduğu gibi kale olarak isimlendirilen yer filmlerdeki taş kalelerden biraz daha farklı. İlk avlu geçildikten sonra Aziz Vitus Katedrali görkemli bir şekilde karşınızda belirecek. Giriş için bilet alıp uzun bir kuyruğu göze almanız gerekiyor.

Kalenin içerisinde St. George's Bazilikası da bulunuyor. Yine bir çok müze kalenin içinde ziyaret edilebilecekler yerler. Bunlardan ücretsiz olan sadece 1 tane müze bulunuyor ve bu müzede eski savaş zırhları, baltalar, kılıçlar, tabanca kılıçlar arbeletler ve işkence odası görülmeye değer. Yine bu müzede 300 Krona Arbeletle ok atmayı da deneyebilirsiniz. Kale günün kalanını yediği için Old City bir sonraki güne kaldı.


3. Gün

Prague 3'ten yine yokuş aşağı yürüyüşle güne başladık ve öncelikle 4. gün gitmek istediğimiz farklı şehirler için keşifte bulunalım istedik. Gar'ın Doğu yönünden girişi bulunmuyor bu yüzden nehir tarafındaki Vrchlicheko Sady parkından giriş yapabilirsiniz. Bu parkta çok sayıda evsiz bulunuyor, biraz dikkatli olmakta fayda var. Gara giriş yaptığımızda ise yine bir Çek Cumhuriyeti gerçeği ile yüzleştik. İngilizce'yi gerçekten sevmiyorlar ve geliş-gidiş tabelaları hariç neredeyse İngilizce hiçbir yönlendirme, bilgilendirme bulunmuyor.


Biraz zorlansak da birkaç tren firmasının satış ofisine girmeyi başardık fakat bilgi için koyulan ekranlarda yine İngilizce seçenek yoktu, şehir isimlerinden bazı tarifeleri çözebildik ama trenlerin hepsi oldukça yavaş haliyle 180 KM yolu 4 saatte gitmek istemedik. Mecburen şehir gezimize devam ettik.

Hybernska caddesinden Powder Tower'a doğru yürüdük. Bu kule şehrin en iyi zihin haritalama için kullanılabilecek yerlerinden. Sonrasında Palladium AVM'ye geçtik ve kısa bir mola verelim dedik. Bu AVM bizim yemek katı kısmında bildiğimiz AVM'lerden ayrılıyor. Bunun haricinde oldukça sıradan. Alışveriş için uygun diyemem içinde Türkiye'de bulunan markaların ürünlerinin tamamı Türkiye'de daha ucuz.

Sonrasında Kralodvorska caddesinden Old Town'a geçiş yaptık. Starometske namesti tabelaları sizlere yardımcı olacaktır. Oldukça güzel bir meydan, Tyn Kilisesi ve Astronomik saat görmeden geçemeyeceğiniz yerler. Yine bu meydandan Karlov Most'a doğru giden yol da oldukça keyifli, tarihi çarşıda zaman geçirmek oldukça keyifli.

Bu sefer Manesuv Most'tan karşıya geçtik ve nehir kıyısına indik. Küçük bir parkın olduğu bölümde çok sayıda ördek, kuğu ve hatta bir de su samurunun olduğu bölüme geçtik. Her ne kadar beslemek yasaktır uyarılarına rağmen turistler bu yasağı pek de umursamıyorlar. Hayvanlar oldukça evciller, hem dinlenmek hem de keyifli vakit geçirmek aynı zamanda Karlov Most'u arka plana alarak fotoğraflamak için oldukça iyi bir yer.

Sonrasında Franz Kafka müzesini ziyaret ettik ve Prag'ın en dar sokağından(Nejuzsi Prazska Ulicka) geçişi deneyimledik. Aynı anda 2 insanın yan yana geçemediği bu sokak nehir kıyısındaki bir cafeye açılıyor. Bu yüzden geçtikten sonra gideceğiniz yer burası olacak, bilginiz olsun.



 Son Notlar
 
- Franz Kafka büstü ilginç bir sanatsal eser, görülmeli.
- Yerel yemek kültürü gelişmiş değil klasik Doğu Avrupa lezzetlerinin küçük farklı versiyonları ve isimleri ile sunuluyor. Örn: Trdelnik (Macaristan: Kurtoszkalacz)
- Becherovka denenebilir. Tatlı olması çabuk çakırkeyf edebilir fakat yoğun bir karanfil ve baharat tadı var herkese hitap edeceğini düşünmüyorum.
- Çok çeşitli biraları var ağırlık Pilsner tarzı benim favorim Staropramen Unfiltered.
- Vysehrad az bilinen bir park ama manzarası, kilisesi ve yürüyüş alanı olarak muhteşem, bence görülmeli.
- Gece hayatı çok hareketli fiyat performans olarak Avrupa'nın en iyi yerlerinden, aradığınız herşeyi bulabileceğinizi düşünüyorum.

23 Mayıs 2016 Pazartesi

Adaptive Bitrate Streaming



Her geçen gün gelişen internet altyapıları her kullanıcıya ne kadar muhteşem bir bağlantısı ve hızı olduğunu hissettirse de detaylara inildikçe aslında bu kadar iyimser olmanın yanlışlığı fark ediliyor. Kullanıcılar her ne kadar bağlantı hızları konusunda kendilerinden emin olsalar da video streaming hizmetinin sürekli ve kesintisiz bir bağlantı ihtiyacı olduğunu çoğu zaman bilmemekteler. Bu sebeple Buffering(Yükleniyor) ekranı gördüklerinde genel olarak yoğun bir tepki gösteriyorlar. 

Tabi ki yayının teslimi aşamasında “Buffering” ekranını görmek sadece kullanıcı tarafında yaşanan sorunlar değil, sağlayıcının da yaşayabileceği sorunları kapsayabilir. Streaming işlem sürecinde yayını sağlayan sunucuların Upload, izleme yapanların da Download gücü önemli faktördür. Bu kapsamda iki tarafın da networklerinde yaşayabilecekleri daralmalar veya kısa vadeli sorunlar anında yayının kesilmemesi için yapılacak bir hamleye ihtiyaç duyuluyordu. Streaming teknolojilerinin atası sayılabilecek RTP ve RTSP protokolleri ile bunu yapmak mümkün değildi. Daha sonrasında RTMP ile ilk adaptive bitrate streaming başlasa da beklenilen performansı gösterememişti. Fakat günümüzde Streamerların çok büyük bölümünün kullandığı HTTP Protokolü ile beraber artık adaptive bitrate streaming için uygun ortam hazır hale gelmişti. 

Bu aşamada özetle kullanıcıların internet hızını ve CPU gücünü ölçerek uygun cihaz ve bağlantı için en iyi performanslı videonun ulaştırılmasına Adaptive Bitrate Streaming işlemi denilmektedir. ABR için tek source’dan birden fazla bitrate’te çıktı alabilecek bir encoder’a ihtiyaç duyulmaktadır. Bu encoderlar aynı kaynaktan farklı bitratelerde fakat chunk yapısı ve sayısı aynı videolar üretmektedir.
İşleyiş olarak genel yapı şu şekilde işlemektedir. Client yapılan ayarlamaya göre CDN sunucudan 2 ile 10 chunk arasında değişen bir dosya downloadı yapmaya başlar. İlk chunkın(genel olarak en düşük bitrate belirlenir) download süresine göre 2. Chunk ya daha üst bitrateten ya da bağlantı en düşük bitrate için uygunsa aynı bitrate’ten indirilmeye devam eder. Bu yapı videonun son chunkına kadar işlemeye devam eder ve bağlantı hızındaki değişikliğe göre adaptasyon sağlanır.

ABR teknolojisinde en popüler ve öne çıkan Apple'ın HLS'iyle Microsoft'un Smooth Streaming'idir. Yakın zamanda popülerliği git gide yükselen DASH ise gelecekte HLS ve SS'in tahtına şimdiden en güçlü aday olarak gözüküyor. 

OTT ile Uzun Arayı Kapatma Çabaları

Basketbol eski işim, seyahat de hobim olduğuna göre artık burada biraz da 3 yıla yakın süredir mesai harcadığım OTT ve CDN dünyasıyla ilgili en azından birçok kişinin adaptasyon sürecini hızlandırabileceğini düşündüğüm paylaşımlarla yazılarıma geri dönüyorum.

Öncelikle paylaşacağım bilgilerin konu başlıkları bağlamında tüm ayrıntıları barındıramayacağı ve çok büyük ve bilinmeyenleri daha fazla olan bu dünyada sizlerin tüm ihtiyaçlarını karşılama ihtimalinin düşük olduğunu belirtmem gerekiyor. Konulara bakış açımın Teknik bir Proje Yöneticisi kapsamında olacağı için bu işin yazılım ve sistem kısmında uzmanlaşmış kişileri pek de tatmin etmeyebilir.

OTT ve CDN Dünyası çok fazla değişken, sınırsız sayıda terminoloji ve yine aynı sayıda protokollere sahip. Yani özetle bu dünyanın tamamı hakkında uzmanlaşabilmek oldukça zor fakat belli alanlarında iyi olabilmek bile çok önemli bilgi birikimi ve saha deneyimi gerektiriyor.

Bu sebeple genel bilgilerden ziyade öncelikle aşağıdaki başlıklar hakkında olabildiğince kısa sürede araştırmalarımı ve deneyimlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.

•         Adaptive Bitrate Streaming Nedir? 
•         HLS
•         SS
•         DASH
•         Encoding
•         Codec Nedir? H.264 ve H.265 arasındaki farklar.


•         Trancoding
•         Transmuxing
•         MPEG 2
•         MPEG 2-TS
•         MPEG 4
•         Encryption
•         DRM
•         Caching

27 Ağustos 2015 Perşembe

Küçük Bir Selanik Turu


Hayatımız spordan ibaret değil ya! Biraz da gezelim, görelim, anlatalım, bilgilendirelim, topluma hizmet edelim.Geçtiğimiz hafta sonu 2 gün için Selanik ziyareti yaptım. Bugüne kadar yurt dışı seyahatlerimin aksine bir çılgınlık yapıp, sınır kapılarında ne olur ne biter, otobüsle gidiş gelişler nasıldır diye merak ettim, etmesem de olurmuş.

Yolculuk Cuma akşamı 21.00'da Esenler Otogarından Alpar Turizm'in Setra otobüsüyle başladı ve akşam trafiğine kontrolsüz girişimizle devam etti. Normalde 2.5 saatte planlanan gümrük kapısına gidiş 4.5 saat sürdü. İstanbul'dan akşam akşam öyle kolay ayrılamazsın tabi. Mesafe problem değil de otobüsle gümrük geçmek tam bir işkence maalesef. Herkes sırayla otobüsten inip, çıkış mührü vurduruyor ki burada da maalesef firma personelleri çok yardımcı değiller. Herkesin her gün sınır geçtiğini düşünüyor olabilirler. Neyse ülkeden çıkışımızı yaptık ve filmlerde gördüğümüz sahne olan tarafsız bölgede iki bayrağın, iki ülkenin askerlerinin karşılıklı beklediği yerden geçiş herkesin en azından bir kez görmesi gerekir. Sırf bu yüzden bir kez karadan Yunanistan'a gidilebilir.

Yunanistan tarafına girişimiz de parmak izi onaylamaları sebebiyle uzun sürünce 2.30'da Yunanistan'a ancak girebildik. Selanik'e varış da sabah 8'de oldu. Çılgınlık mı, evet! Selanik internetten bakınca 340.000 nüfuslu, bizim şartları düşününce küçük bir şehir olmalıydı fakat kesinlikle değil. Tarihi kısım ve yeni kısım olarak 2 bölüm olarak düşünülebilir. Turist olduğumuz için şehrin eskiden Surlarının iç kısmında kalan kısmında kaldık, gezdik, gördük.

Şehrin büyüklüğü yüksek kesimlere çıkılınca daha iyi anlaşılıyor. Gitmeden yaptığımız araştırmalar ve elimizdeki 2 günü düşününce kısıtlı şartları olabildiğince verimli kullanmaya çalıştık. Sabah 9'da şansımızı denemek için rezervasyon yaptığımız Pella Hotel'e gittik ve erken giriş yapabilme ihtimalimizi sorduk. Olumlu yaklaştılar ve normalde 14.00 olan giriş saatini 5 saat öne çekerek dinlenme fırsatı bulduk. 2 kişilik oda için gecelik 36€ ödedik. Oda temizdi ve fiyatına oranla gayet güzeldi. İnternet bağlantısı ise bir çok 5 yıldızlı otele taş çıkartır.

Egnatia Caddesi şehrin belki de en merkezi caddesi. Bu caddeden Kamara(Bildiğin Kemer) tarafına geçtikten sonra yukarıya doğru çıktık. Hemen karşımıza çıkan Rotunda'ya 5 dakika ayrılabilir. Sonrasında ise yukarıya doğru 10 dakika devam ettiğinizde Konsoloslukla bitişik olan Atamızın evine geliyoruz. 3 Katlı evde sergilenen eşya sayısı çok az şehirde en çok Türk'e rastladığımız yer burası. İçeriye girmek için konsolosluğun zilini çalmak gerekiyor sonrasında ise ziyaretçi defterine isim yazıp evi gezebiliyorsunuz.


Atatürk'ün evinden sonra yukarıya doğru yürümeye devam ederseniz biraz yokuş ama kesinlikle değecektir. Osmanlı
 döneminden kalma evleri ve tarihi bir mahalleyi gezme şansınız olacaktır. Ben yorulmam yürürüm derseniz şehrin surlarını paralel takip ederek şehrin en yüksek noktalarından birine çıkabilirsiniz. Güzel bir rock bar dikkat çekiyor, dinlenmek için ideal. Sonrasında ise Selanik ayaklarınızın altında.

Şehrin gezilebilir yerleri için yürümek yeterli ama bizim gibi günde 20 Km yürürüm demiyorsanız tatil sürenizi uzatmanız gerekiyor. Sonraki durağımız White Tower oldu. Şehrin simgesi olan kule Bizans zamanında yapılmış. Osmanlı'dan şehir alındığında(Aslında 25.000 kişilik ordu ateş etmeden şehri teslim etmiş) Yunan arkadaşlar boyamışlar. White Tower ile Limani arasındaki bölüm gerçekten Kordon'a benziyor. Yan yana bir çok Cafe ve Bar dizilmiş durumda. Limani akşamları özellikle bizim Caddebostan kıvamına geliyor. White Tower tarafları azıcık daha kötü gözüktü gözümüze akşamları.

Şehrin gece eğlencesi Ladadika denen bölümde toplanmış. Tavernalarda, Barlarda, Club tarzı yerlerden de burada bulabilirsiniz. Gece hayatı çok aksiyonlu gözükmedi sebebi yaz mevsiminde gece hayatı seven insanların daha çok sahil kasabalarına akın etmeleriymiş. Dogs diye bir mekana denk geldik gayet iyi duruyor. Çok pahalı gibi gözükse de bir bira 6€. Euronun alıp başını gitmesi adamların suçu değil tabi.


Deniz ürünleri ve Ouzo denenmesi gereken şeyler. Kahvaltı kültürü yok, hamur işleriyle kahve veya sandviçe talim durumu var. Yunan usulü Kalamarı kesinlikle deneyin. Şehir içi taşıma taksi ve otobüsten ibaret. Tarihi bölüm dediğim bölge yürünerek gezilebilir fakat Kamara'yı geçip giderim diyorsanız vasıta kullanmak gerekli.

Pazar günü dükkanların büyük bölümü kapalı, yeme-içme yerleri dahil. Cafe-Bar'lar ve Aristoteles Meydanı ise Pazar günü dükkanların açık olduğu tek yer. Hediyelik eşya için tek yere gitmeyin fiyatlar aşağı yukarı aynıdır demeyin. Aynı magnet 1 yerde 1.5€ iken 50 metre ileridi 3€ olabiliyor.

Özetle gidilmesi, gezilmesi, görülmesi gereken bir yer diyebilirim. 3 günlük bir seyahat yeterli olur diye düşünüyorum. Kendi aracınızla 5-6 saatte alabilirsiniz yolu. Otobanlarda OGS, HGS gibi aksiyonlar yok, nakit çalışıyorlar. Yol üzerinde gördüğüm Kavala'nın şehir olarak gözüme daha güzel geldiğini de söylemem gerek. Selanik ile arası 160 KM. Şehir pahalı değil € pahalı. Ekonomik krizden bunalmışlık falan yok, bizle kıyaslarsak adamlar gayet rahat ve mutlular.

11 Ağustos 2015 Salı

Bir Harf Bir Kelime

Altyapı Basketbolu gerçekten çok farklı bir dünya. Genç oyuncular yetenek, fizik, oyun zekası ve karakter olarak farklılıklar gösteriyor ve çok daha sivri bir şekilde ayrılıyorlar. Aslında oyuncuların özelliklerinin en saf hali altyapıda oynadıkları dönemde fark edilebilir. İlerleyen yıllarda basketbolun gereklilikleri kapsamında ve yoğun çalışmayla oyunlarına birçok özellik ekleyebiliyorlar. Fakat en saf, el değmemiş basketbollarını genç yaştayken oynarken görüyoruz.

Ülkemizde altyapılar, güçlü takımların ülke çapındaki bağlantıları ile iyi oyuncuları topladıkları ve az sayıda takımın zirve yaptığı bir konumda. Küçük kulüplerin nadir de olsa buldukları yetenekleri genç yaşta büyük kulüplere göndererek yapılarını bir üst seviyeye taşımadıkları ve sadece büyük takımların yüksek rekabet ortamı sağlayabildiği bir durumdayız maalesef.

Son dönemlerde ülke basketbolu özellikle milli takımlar seviyesinde altyapılarda çok büyük işlere imza atıyor. Artık Avrupa Şampiyonalarının her kategoride(Maalesef Erkekler Kategorileri) şampiyonluk adaylarından biri Türkiye. Fakat altyapılar hakkında doğru bilgileri, ayrıntılı haberleri öğrenebileceğimiz çok fazla kaynak bulunmuyor. Çok sayıda insanın takip ettiği web siteleri ise amatörlükten kahroluyor.

İlk altyapı turnuvamı anlatırken oyuncuların neredeyse tamamını ilk kez izleyecektim. Benim de ilk yılımdı spikerlikte. Formalarda isim olmaması da işin tuzu biberi olmuştu ve ilk maçta birkaç kez isim hatası yapmıştım. Daha sonra adı bende saklı, şu anda 2. ligde oynayan iyi skorerlerimizden birinin annesi gelerek oğlunun ismi konusunda dikkatli olmamı rica etmişti. Sonrasında anonslar yapılırken de dikkat etmiştim ve bu yaştaki oyuncular, aileleri ve çevreleri için bir harf hatası bile çok büyük bir hassasiyet konusu. Hatta sadece bu yaştaki oyuncular değil geçtiğimiz yıl 3. lige yükselen bir takımın oyuncusu bile istatistik programının marifeti sebebiyle isminde düzeltme yapmıştı(İsminin ü ile değil u ile okunmasını istemişti). O günden sonra en çok dikkat ettiğim konulardan biri oldu altyapı oyuncularının isimlerini doğru söylemek ve yeri geldiğinde doğru yazmak!

Bu oyuncuların büyük bölümü her geçen yıl basketbollarının üzerine koyuyor ve geleceğin Türk Basketboluna yön verecek isimler haline geliyorlar. Yine ülkemizde yapılan önemli turnuvalarda, Avrupa hatta Dünya çapında yetenekleri izleyebiliyoruz. Bu oyuncuları basketbol severlere tanıtırken daha isimlerini bile doğru yazamayan insanların yazılarını okumak insanı üzüyor. Keşke herkes etrafında olup biten her şeyi acımasızca eleştirebilirken dönüp biraz da neleri yanlış yaptıklarına bakabilse...

5 Ağustos 2015 Çarşamba

Muazzam Değil Muhteşem!

Aslında küçük bir isyan anlatmak istediklerim. Spor camialarında yazan çizenlere baktığımızda veya salonlara gittiğimizde bir türlü oralardan ayrılamayan, bırakamayan veya bırakmayan, biz sıkılsak da saygıdan sıkıldık diyemediğimiz ve sürekli arkasından konuştuğumuz ne kadar çok isim var.

Her insanın başlangıç, gelişim, olgunluk ve emeklilik dönemleri vardır. İnsanlar en verimli oldukları dönemde en iyi eserlerini ortaya koyarlar, fakat çoğu muhtelif sebeplerden bir türlü emekli olup, köşelerine çekilemezler. Dünyanın döndüğünü, gelişimin, değişimin gerçeğini bir türlü kabullenemezler. Hayvanlar aleminde bu durum biraz daha acımasız. Aşağıdan gelen genç artık kenara çekilmesi gerekeni güç kullanarak dışarı atar. Biz insanların ise etik davranışları ve ahlâkı bu tür hareketlere pek müsait değil(bu tanım etik değerleri olan ve güzel ahlâka sahip olanlar için). En nihayetinde artık çekilmesi gerekenleri zor kullanarak yerlerinden indirmiyorsak, bu kişilerin de çekilmeyi akıl etmesi gerekir değil mi? Fakat bu ülkede insanların zamanında çekilmenin ne demek olduğunu bilmemeleri gibi büyük bir sorun söz konusu.

Twitter'da ne zaman bir spor yazısı paylaşılsa 50-60 yaş üstü kişiler tarafından yazılmışsa o yazıyı açıp bakmıyorum. Bu davranışımın sebebi onlara saygı duymamam değil elbette. Sporun gelişimini hatta sadece sporun değil tüm yaşamın gelişimini düşünürsek bu kişiler oynadıkları veya aktif rol aldıkları dönemdeki şartlar ve doğrularla bugünü sürekli kıyaslar ve doğru olduğunu sandıkları eleştirileri yaparlar. Fakat gün artık onların günü değil, bildikleri ise günümüzün doğruları artık değildir. Vakit kenara çekilme vakitleridir ama bir türlü oradan ayrılamazlar.

Bunun adı ego tatmini, yalnızlık korkusu, toplum içindeki yerini kaybetme endişesi, gerçekliği reddetme, yaşlılık belirtiler, vb. belki de onlarca sebep sayılabilir, herkes bu konuda istediği tanımı yapabilir. Fakat gelişim için en önemli ihtiyaç insanın kendini emekliliğe hazırlaması ve bayrağı ileriye taşıyacak kişilere köstek olmak değil, ihtiyaçları olduğunda destek olmalılar. Çünkü artık hareketler muazzam değil muhteşemler!